Ayvansaray-Balat-Fener Turu (1)


19 Ocak 2014 Pazar, İstanbul…

İstanbul Suriçi’nde yer alan Ayvansaray’ı ilk kez 2009 yılında keşfetmiş ve tarihi yapısını öğrenmeye çalışırken anlamıştım ki Ayvansaray, Balat ve Fener üçlüsü bir bütün oluşturmaktadır. Birlikte incelenmediklerinde bilgiler yetersiz kalacaktı. 

Üç imparatorluğa 1600 yıl başkentlik yapmış kimliğiyle İstanbul dünyanın en derin kültür kentlerinden biriydi, olmayı da sürdürüyor elde kalanlarla. Klasik, Helenistik ve Erken Roma dönemlerinin izlerine pek rastlanmasa da Bizans, Doğu Roma ve Osmanlı dönemleri açısından çok güçlü kalıntılara sahip Tarihi Yarımada’da. Bir o kadar önemli olan bir yerleşim yeri de Ayvansaray-Balat-Fener bölgeleridir..

Roma’nın geç dönemlerinde Konstantinopolis’ten bağımsız bir yerleşim yeri olan Blakherna, günümüzdeki Ayvansaray’ı içine alıyordu. Atikmustafapaşa, Karabaş, Türk Mahallesi ve Abdülvedüd Mahallelerinden meydana gelen AYVANSARAY ve yakın çevresinin Antik dönemdeki adıydı BLAKHERNA.

Balat özellikle İstanbul Musevileri açısından tarihi önem taşımaktaydı. İstanbul’un fethinden sonra kente getirilen Makedonya Musevileri ile İspanya’dan göç edenler bu semte yerleştirilmişlerdi. Balat, burada yaşamış küçük bir Ermeni cemaatinin varlığıyla birlikte Bizans döneminden beri Musevilerin yaşadığı semt olmuştu 19. yüzyıla kadar.

Balat’ın modern mimariye dudak ısırtan nizami, geometrik sokakları gemiciler ve denizcilerin mekânıydı. 1894 yılındaki depremin ve semtin yapısını derinden etkileyen yangınların ardından, semtin nüfus yapısı da büyük değişikliğe uğradı. 19.yüzyılın ikinci yarısından itibaren semtin en zengin kesimi buradan ayrılarak, Hahambaşılık ve önemli sinagogları da içeren Musevi kurumlarının bulunduğu Galata’ya taşınmıştı.

Ayvansaray-Balat-Fener

20. yüzyılda, özellikle İsrail devletinin kurulmasından sonra, Balat nüfusunun yaklaşık dörtte biri Balat’tan ayrılmıştır. Bu dönemden sonra Balat’taki Musevi cemaat nerede ise bitme noktasına gelmiştir. Karadeniz Bölgesi ve özellikle Kastamonu’dan gelen yeni göç dalgası semtin çehresini büyük ölçüde değiştirmiştir. 1984 yılı sahil bandının yıkılmasıyla semt tamamen kaderine terk edilmiştir.

2005 yılında Fatih belediyesinin hazırladığı kentsel dönüşüm projesine mazeret olması gerekçesiyle kamusal tapusu olan binalar “ Tarihi SİT Alanı” gerekçesi ile çok ağır yaptırımlar istenerek kiracıları tarafından basit onarım yapılmasına izin verilmemiş, adeta çökmesine yol hazırlanmıştır.

Eyüpsultan Göktürk Köyünde Komşumuz Yakup Bey ile eşi Luiza Hanım, çocukluk ve gençlik dönemlerini Balat’ta geçirmişlerdi. Balat’ta birlikte büyümüşler, birbirlerini tanımışlar, nişanlanmışlar ve arkadaşlıklarını evlilikle taçlandırmışlar. Birçok yönüyle bölgeyi tanımak için Yakup Bey ve eşi Luiza Hanım en iyi kaynaktı.

Eşimin de bu üçlü bölgeyi ısrarla görmek istemesi üzerine Yakup Beyden bize rehberlik etmesini rica ettik. Bu gezimize genç arkadaşlarımızdan Özlem Aydoğmuş da katılınca mükemmel bir grup olduk.

Daha önceden sözleştiğimiz gibi, 19 Ocak 2014 Pazar günü saat 14.00 de Haliç kıyısındaki Balat Or-Ahayim Hastanesi’nin otoparkında buluşmak üzere, harekete geçiyoruz. Yakup Bey, bir işi gereği Aksaray’dan oraya gelecek. Biz Özlem’in arabasıyla harekete geçerek, tam saat 14.00 de Balat Or-Ahayim Hastanesi otoparkında buluştuk. Eşi Luiza  Hanım da gruba katılmıştı.

Özel Balat Or-Ahayim Hastanesi ve yaygın olarak Balat Musevi Hastanesi, İstanbul’da eskiden Yahudilerin yoğun olarak yaşadığı Fatih ilçesinin Balat semtinde Türk Yahudileri tarafından kurulan bir hastanedir diyor rehberimiz Yakup Bey.

Balat semtinde yaşayan ve ekonomik nedenlerle yeterli sağlık hizmeti alamayan tüm kişilere hizmet etmek amacıyla 1898 yılında Osmanlı padişahı II. Abdülhamit’in fermanıyla kurulmuş. 116 yıllık bir geçmişi olduğundan söz eden Yakup Bey, Balat Or-Ahayim Hastanesinin temelinin 19.yüzyılın sonlarında dönemin Türk Yahudi cemaati liderleri tarafından atıldığını ekliyor bilgilerimize.

İki yılı süren inşaatın ardından 1898’de “Hayatın Işığı” anlamına gelen Or-Ahayim Balat Sağlık Ocağı adıyla hizmete açılmış. Sağlık ocağı olarak başlayan Balat Or-Ahayim Hastanesi, zaman içinde gelişerek İstanbul’un en köklü sağlık kurumlarının içinde yer almış.

Yakup Bey hastahanenin tarihçesinden söze derken eşim Serap ile Luiza Hanım hastaneye girmişlerdi. Biz onları beklerken Yakup Bey bizi bilgilendirmeye devam ediyordu. Birlikte Ayvansaray bölgesine geçmek üzere, trafik ışıklarının bulunduğu yaya bölgesine geldik ve ilk grup fotoğraflarımızı çektik.

Ara sokaklardan birinden geçerek Panalyo Bihoherno Ayazmasına ulaşmak istiyoruz. Ayazmanın açık olup, olmadığını da bilmiyoruz ama denemeye değer diyerek yürüyoruz. Damlataşı Sokak’ta karşımıza çıkan ayazma ziyaretçilerine açıktı. Ayazma yalnız Hristiyanların değil birçok Türk’ün de şifa bulmak için ziyaret ettiği bir yer olarak biliniyor. Yüksek duvarlarla çevrili bu ayazmaya girdiğimizde, öncelikle, gezimizi ölümsüzleştirmek için fotoğraf makinelerimizi çalıştırdık.

BALAT PANAYİA AYAZMASI

450 – 457 yılları arasında İmparator Marcianos tarafından yaptırılan Ayvansaray Panalyo Bihoherno Ayazması geniş ve bakımlı bir bahçeye sahip, insanların içi açılıyor. Panalyo Ayazması, Doğu Roma döneminde, Tekfur Sarayı’nın ayazmasıydı.

Kutsal Su pınarları olarak tanımlanan Ayazmalar, aynı zamanda şifalı su kaynakları olup, Anadolu’nun birçok yöresinde bulunmaktadır. Efsaneye göre Kudüs’ten gelen iki Bizanslının Meryem Ana’ya ait elbiseler olduğu iddiasıyla yanlarında getirdikleri giysileri kilisede saklamışlar ve bu kutsal giysileri etrafa yaymışlar. Bundan sonra da çevredekiler tarafından kutsal olduğuna inanılmış ve ziyaretçi akınına uğramış. Günümüzde, ayazmanın da içinde bulunduğu küçük bir kilise var.

Ayazmadan ayrıldıktan sonra, rehberimiz Yakup Beyin arkasından Mahkeme Altı Caddesi ile Mahkeme Altı Parkı’na ulaşıyoruz. Surların üzerine kurulduğunu sandığım parkta ayrıca bir çayhane ile konukların soluklanabileceği banklar, çay ve meşrubat servisinin yapıldığı masa ve sandalyeler de bulunuyor. Altın Boynuz olarak bilinen Haliç’e hâkim durumdaki bu mekân bana saklı cennetlerden biri gibi geldi.

Ayvansaray Balat Fener

Bu gezintimiz sırasında Balat’taki ziyaretçi trafiğinin yoğunluğu dikkatimizden kaçmıyor. Rehberimiz Yakup Bey de Balat anılarını anlatmaya devam ediyor. Bize kulak misafiri olan bir beyefendi ki yaşının 70 ve doğma büyüme Balatlı olduğunu söylüyor. Balat’ın bir açık hava müzesi olduğunu vurguluyor. Semti her gün binlerce turistin görmeye geldiğini anlatıyor.

Bu turistler, genelde yaya olarak, İstanbul’u geziyorlar benim gibi. Fotoğraf çekmeye meraklı misafirler yaya olarak gezerler. Bu turist potansiyeli nedeniyle Balat’ta turistik amaçlı hizmet veren lüks ve tarihi otantik restoran, çayhaneler açılmaya başlanmış.  

Ayvansaray-Balat-Fener üçlüsünün bulunduğu bu bölgedeki binalar bir ile dört katlıdır. Bunların yarıdan fazlası 1930 öncesi yıllarda inşa edilmiş olup semtin özgün karakterini oluştururlar. 1930-1950 yılları arasında yapılan binalar ise bu mimari karakteri devam ettirmekle beraber dönemin özelliklerini de yansıtmaktadır.

1950 sonrası yap-satçıların inşa ettiği betonarme apartmanlar semtin kimliğine bir miktar gölge düşürmüş olsa da semt hala görülmeye değer tarihi bir müze gibidir. Dogma büyüme Balatlı olan beyefendinin bu bilgilerinden sonra Ferruh Kâhya Sokağa geçiyoruz. Balat Camii olarak bilinen Ferruh Kethüda Camisi’ni geçiyor ve Çavuş Hamamı Sokağa giriyoruz.

Çavuş Hamamı Sokakta Balat Çavuş Hamamı bulunuyor. Eşim Özlemle birlikte hamamın kadınlar bölümüne girerek bilgilenmek istiyorlar. Eşimin çıkışta anlattıklarına göre, süsleme sanatının hiçbir özelliği bulunmayan hamam, yüksek pencereli dikdörtgen yapısı, mermer döşeli içi, içinde bulunan havuz şeklindeki kurnası ile hiçbir hamamda görülmeyen mimari özellikleri dikkat çeker. Hamam 1871 yılında hamamlar için düzenlenmiş nizamnameye göre birinci sınıf hamamlar arasında yer alır. İstanbul’un en eski hamamıdır.

Hamamı geçiyor ve Kamış Sokaktaki Balat Surp Hireşdagabet Ermeni Kilisesi’ne ulaşıyoruz. Özlem kapısını yokluyor ziyaret edebilir miyiz diye bakıyor. Ziyarete açık olduğunu görüyoruz ve içeri giriyoruz. Ayia Strati adlı bir Rum Kilisesi 17.Yüzyıl başlarında terk edilince, Patrik I.Zakarya döneminde gerçekleştirilen onarımdan sonra 1627-1635 tarihlerinde bir Ermeni Kilisesi olarak hizmete açılmış.

Önceleri ahşap olarak inşa edilmiş kilisenin günümüzdeki kâgir yapısı 1835 tarihlidir. Kilise, çevresinde bulunan ayazma ve birçok şapel ile bir külliye içinde yer almaktadır. Batıya açılan dört pencere ile aydınlatılan, yapıya göre daha geniş bir narteksin üzerinde koroya tahsis edilmiş bir galeri katı yer alır. Naos üç neflidir. Daha yüksekte yer alan 5 pencere, yanlarında şapeller olan “tas” ve nefleri aydınlatır.


Bazilika planında yapılmış olan binanın büyük bir narteksi vardır. Bu narteks’den Koro’ya tahsis edilen galeriye çıkılıyor. Apsis önündeki sunaklardan biri başmelek Gabriel’e diğeri Asdvadzazin’e/Tanrıyı doğuran kadın Meryem’e diğeri de Surp Minas’a atanmıştı. Bu her üç sunak da yarım daire şeklindeki apsislerin içinde yer almaktadır.

Apsisin yanındaki paraklesion vaftizhaneye ayrılmış olup buradan hem galeriye çıkış, ana mekâna giriş ve Narteks’den giriş sağlanmıştır. Demir giriş kapısı üzerinde İsa’nın göğe çıkışı, Aziz Georgios’un ejderhayı öldürmesi ve İsa’nın mabede girip oradaki satıcıları kovma sahneleri işlenmişti. Balat Surp Hireşdagabet Ermeni Kilisesi’nin bir vakıf olduğunu, bu vakfa ait Khoren Mektebi ve mezarlığının olduğunu öğreniyoruz.

Khorenyan İlkokulu, 1831’de Surp Hireşdagabet Ermeni Kilisesi’nin yanındaki taş binada eğitim-öğretime açılmış. İlk yıllarda 80 olan öğrenci sayısı, 1920’lerde köylerden İstanbul’a gelen yetim kız çocuklarla birlikte 550’ye yükselmiş. 1925’te çıkan yangının ardından, okul, faaliyetine bir süre kilisenin bahçesindeki ruhban okulunun ahşap binasında devam etmiş.

Yanan ve boşaltılan okul binası ise şahıslara kiralanarak tütün fabrikası olarak kullanılmaya başlar. 1990’ların sonunda, bu bina sabun fabrikası olarak kullanılmış. ‘Küçük Khorenyan’ olarak anılan ruhban okulu ise, 1940’larda Balat ve çevresinde yaşayan Ermenilerin başka semtlere taşınması nedeniyle öğrenci kaybetmiş. 1976-77 eğitim-öğretim yılında öğrenci sayısının dörde düşmesi sonucunda faaliyetine son vermişti. Okulun binası bir süre kimsesiz yaşlılar için barınak olarak kullanılmış, Nisan 1994’te çıkan yangınla yok olmuş.

Bir açık hava müzesi olan Balat ve çevresindeki birçok tarihi bina yıkılmış ya da yıkılmak üzeredir. UNESCO Balat’ın en renkli, belki de en çok aranan sokağıdır merdivenli yokuş. Sıralanmış renkli cumbalı evlerin gökyüzüne doğru merdiven misali çıktığı yokuşa özellikle hafta içi gidilmeli. Basamaklarında oturup kitap bile okuyabilirsiniz. Yokuşun solundaki evler Unesco projesi kapsamında aslına uygun olarak yenilenmiş. Özenle seçilmiş pastel renkleriyle cumbalı evler harika görünüyor.

tarafından Dünya Kültür Mirası listesine alınan Fatih İlçesi, “Yenileme” adı altında imara açılmış, bu durum korkunç bir yıkıma yol açacak diyor Balatlılar. Ayvansaray Balat Fener Üçlemesini tanıtmaya devam edeceğim.

Bir cevap yazın