Dünya mirası listesinin en önemli anıtlarından biri olan Ayasofya’yı defalarca ziyaret etmiş olmama rağmen, Sultanahmet’e her uğrayışımda farklı bir Ayasofya buluyorum.
Bu sonuç her fırsatta bir kez daha gezip, görmemi sağlıyor.
Ayasofya, Yedi Tepeli İstanbul’da Topkapı Tepesi olarak da bilinen birinci tepede bulunmaktadır.
Birinci tepede kendisine komşuluk yapan Aya İrini, İbrahim Paşa Sarayı, At Meydanı, Topkapı Sarayı ve Sultan Ahmet cami gibi emsalsiz tarihi yapılar bulunmakta.
Hemen hemen herkesin bildiği bu görkemli ve kadim yapılardan başka, Bizans İmparatorluğu döneminde ‘’Dünyanın Merkezi‘’ sayılan ve saatlerin ona göre ayarlandığı ve hatta Ayasofya’nın buraya yapılmasının en önemli nedeni olan ‘’Million Taşı’’ buradadır.
Görkemi, büyüklüğü ve işlevselliği yönünden de sanat dünyasının anıtları arasına girmiştir.
Bu ölümsüz yapının adını oluşturan “Sophia” sözcüğü eski Yunancada “bilgelik” anlamındaki ‘’Sophos’’ sözcüğünden gelir.
Dolayısıyla “Aya Sofya” adı “kutsal bilgelik” ya da “ilahî bilgelik” anlamına gelmektedir.
Ortodoksluk mezhebinde Tanrı’nın üç niteliğinden biri sayılır.
Ayasofya üç aşamalı tarihi bir yapıdır. Günümüze ulaşan ise III. Ayasofya Katedralidir. I. Ayasofya Katedrali, Hristiyanlığı imparatorluğun resmi dini ilan eden Büyük Konstantin tarafından yaptırılmıştır.
M.S 360 yılında ibadete açılmış, 404 yılında çıkan isyanlar sırasında tahrip edilmiştir.
İsyanların sona erdirilmesi ile imparator II. Theodosius tarafından II. Ayasofya’nın yapımı başlatılmış ve 415 yılında yapımı tamamlandı.
Fakat bu yapı da Nika İsyanı olarak bilinen isyan sırasında, 532 yılında yakılıp yıkılmıştır.
İkinci Ayasofya’nın yıkımından sonra İmparator I. Jüstinyen öncekinden tümüyle farklı, daha büyük ve kendisinden önce gelen imparatorların yaptırdıkları kiliselerden çok daha görkemli bir kilise inşa ettirmeye karar vermişti.
Jüstinyen bu işi yapacak mimarları fizikçi Miletli İsidoros ve matematikçi Tralles’li Anthemius’u görevlendirmişti.
Ayasofya`da kullanılmak üzere, Anadolu’nun antik şehir kalıntılarından sütunlar, başlıklar, mermerler ve renkli taşlar İstanbul`a getirilmiştir.
Böylelikle, Ayasofya’nın yapım süresi kısalmıştır. Bir söylenceye göre yapım aşamasında 10 000 kişi çalışmıştır.
Ayasofya`nın yapımına 23 Aralık 532`de başlanmış, 27 Aralık 537`de tamamlanmıştır.
Ayasofya Bazilikası İstanbul’un fethinden sonra camiye çevrilmiş.
Bu nedenle, Ayasofya avlusuna girince ilk dikkatimizi çeken yapı avlunun sağ tarafındaki şadırvan olmaktadır. 24. Osmanlı Sultanı ve 103. İslam Halifesi olan I. Mahmut tarafından yaptırılmış.
Şadırvanlar, camilere gelenlerin abdest alma gereksinmelerini karşılamaktadır.
Avludaki şadırvanın arka tarafında, müzenin güneydoğu bölümünde türbeler de bulunmaktadır.
Bunlardan bazıları II. Selim, III. Murat, III. Mehmet, Sultan Mustafa, Sultan İbrahim ve Şehzadelerin türbeleridir.
Restorasyondan geçen türbelerden bazılarının ziyarete açılmış durumda.
Müze ziyaretinden sonra türbelere uğramak için zaman ayırmalısınız.
Şadırvanı geçerek giriş kapısına ulaşalım. Bizans döneminde atrium olarak adlandırılan avlu içindeki katedral girişi batı yönündeki orijinal kapıdır.
Giriş kapısının sol tarafında, dikdörtgen şeklindeki çukurda II. Ayasofya kalıntıları bulunmaktadır.
Kalıntıları gözden geçirip, fotoğraflarını çektikten sonra iki katlı ve 7500 m2 lik bir alana sahip katedralin dış narteksine giriyorum.
Narteks, erken Hristiyan ve Bizans bazilika ve kiliselerinde tipik olarak karşılaşılan, genellikle yapının yapının batı yönünde bulunan giriş bölümü olarak tanımlanabilir.
Batı yönünde bulunan giriş bölümü olarak tanımlanabilir.
Narteksler bazilikanın merkez bölümden duvarlar ya da sütunlar ile ayrılmaktadır.
Ana kapıdan girilen ilk galeri dış narteks olarak adlandırılıyor. Dış narteks tonoz örtülü bir galeridir.
Ana kapının tam karşısında da beni iç narteks ve katedralin merkezine götürecek olan İmparator Kapısı bulunuyor.
İmparator Kapısının hemen üstünde de ”VI. Leon Mozaiği” dikkat çekiyor.
VI. Leon Mozayiği
İmparator Kapısının üstünde VI. Leon Mozaiğinde Evrenin efendisi İsa betimlenmiş.
İsa’nın ön planda olduğu bu mozaikte, ortada bulunan İsa arkalıklı bir sandalyede oturmaktadır.
İsa, sağ eliyle evreni takdis eder durumda iken sol elinde sayfaları açık bir İncil tutmaktadır. İncil üzerinde Grekçe ‘’Barış sizinle olsun. Ben Dünyanın Nuruyum’’ Cümlesi yer almaktadır.
Mozaiğin sağ tarafındaki madalyonun içinde Baş Melek Gabriel, soldaki madalyonun içinde ise Meryem bulunmaktadır.
İsa’nın ayakları dibinde, sol tarafta, secde eder durumda Doğu Roma İmparatoru VI. Leon bulunmaktadır.
Ortodoksluk geleneğinde en çok üç kez evlenilebilmesine karşın VI. Leon erkek çocuğunun olabilmesi için dört kez evlenmiştir.
Bu nedenle, İsa’dan özür dilercesine secde eder biçimde betimlenmiştir.
M.S. 886-912 yılları arasında Bizans İmparatoru olan Leon, “Bilge” ya da “Filozof” lakaplarıyla anılmış, derin kültürü yüzünden daha sonraki kuşaklarca evliya gibi kabul edilmiştir.
Verimli bir kanun yapıcı, ateşli bir hatip, güçlü bir ilahiyatçı olarak biliniyor.
Dış ve iç Narteksler
Ana kapıdan girişte karşımıza çıkan galeri ya da tonozlu koridorlar, katedralin dış ve iç nartekslerini oluşturmaktadır.
Narteksler, kiliselerin vazgeçilmezi olup, ayinlere hazırlık bölümü de diyebileceğimiz galerileridir.
Dış nartekste, ayine gelen kimselerin ya da grupların kıyafetleri düzenlenir ve ayin için hazırlıklar bir kez daha gözden geçirilirdi.
Katedrallerin girişlerde yer alan dış Narteksler, katedrallerin ön yüzünün tamamını kaplar.
Ayasofya’nın bu bölümündeki duvarlarda nadiren kutsal aile, havariler ve daha çok kiliseyi yaptıranlar ve bağışta bulunanlarla ilgili açıklamalar, resimler ve katedral planlarının çizimleri bulunmaktadır.
Böylece katedral, kendisine hizmetlerinden dolayı kişi ya da kişileri şereflendirmektedir.
Ayasofya’nın, Osmanlı dönemindeki en ünlü yenilenme çalışmalarından biri 1847-1849 yılları arasında, Sultan Abdülmecit’in emriyle gerçekleştirilmiştir.
Cumhuriyet döneminde, Atatürk’ün emriyle, 1930-1935 yılları arasında gerçekleştirilen bir dizi yenilenme çalışmasından sonra, Bakanlar Kurulu kararıyla, 24 Kasım 1934 yılında müzeye dönüştürülmüş, ancak tapuya ”Ayasofya-i Kebîr Câmi-i Şerîfi” olarak işlenmiştir .
1 Şubat 1935 yılında da açılışı yapılmıştır. Osmanlı Sultanı Abdülmecit ile Mustafa Kemal Atatürk’ün resimleri de bu duvarlarda bulunmaktadır.
Duvarlarındaki bilgileri gözden geçirmek bir hayli zamanımı aldı ama Ayasofya hakkındaki bilgilerimin de yenilenmesine neden oldu.
Dış Narteksin güney ucuna yürüdüğünüzde İmparatoriçe lahdi ile müzenin turistik eşya satan standı karşıma çıkar.
Geri dönüp, kuzeye yöneldiğinizde ise antik bir çan, mermerden yapılmış antik bir su hazinesi ve porfir bir sunak ile karşılaşırsınız.
Tam kuzeyinde de üst kata çıkış rampası bulunmaktadır.
Dış Nartekse bir bütün olarak baktığınızda, tonoz örtülü 9 birimden oluştuğunun farkına varılır.
Dış Narteksten, kendisinden daha yüksek olan iç Nartekse 5 kapı ile geçilebiliyor.
Ben iç Nartekse İmparator Kapısından geçtim.
İç narteks çapraz tonozlarla örtülmüş. Tonozlar geometrik motifli mozaiklerle kaplanmış. Mozaiklerden sarı renkte parlayanlarda altın kullanılmış.
İç Narteksin duvarları Anadolu’nun değişik kentleri ile değişik ülkelerden getirilen dalgalı mermerlerle kaplı.
Dalgalı mermer levhalar duvarlara yapıştırılıp, sabitlenmeden önce ikiye bölünmüş.
Böylelikle, mürekkeplendikten sonra katlanıp açılan kâğıtlarda olduğu gibi ilginç bir simetri özelliği ortaya çıkmış.
Mozaikli çapraz tonozlar ve duvarlardaki dalgalı mermerler iç Nartekse masalımsı bir hava katmış.
Orta Nef ve Merkezi Kubbe
İç nartekste, katedralin merkezi bölümü olan Orta Nefe, 9 kapı ile geçiliyor.
Geçtiğimde hayallerimin de ötesinde bir mekânla karşılaşıyorum.
Gerçekten de ana mekâna giren her ziyaretçiyi görkemli ve hayal gücünü zorlayan bir yapı karşılar.
İlk adımdan itibaren katedralin ana kubbesi etkisini hemen gösterir ve sizi göklere taşır. Kubbeden kendinizi alamazsınız.
Orta Nef ya da iç mekân karmaşık bir yapıya sahiptir. 100 metreye 70 metre ölçüsündeki yapının 7 000 metrekarelik alanının yaklaşık 5 000 metrekare ölçüsündeki orta nefinin ortasında, ağırlığı dört payanda üzerine oturtulmuş ana kubbe yer alır.
Ağırlığını taşıyacak olan payandalara geçişin pandantiflerle sağlandığı Ayasofya’nın devrim niteliği taşıyan kubbesi birçok sanat tarihçisinin, mimarın mühendisin özel ilgisini çekmiştir.
Daireden dikdörtgene geçiş içbükey üçgen pandantiflerle sağlanır.
Bu tür yapılarda daha önce kullanılmamış olan bu pandantifler oldukça estetik ve şık bir şekilde, daireden, yani kubbeden payandalarla oluşturulan kare biçimine, hatta yarım kubbeler de sisteme dâhil sayılırsa, dikdörtgen biçimine geçişi sağlarlar.
Böylece, kubbe pandantifler vasıtasıyla dört büyük kemer üzerine oturur.
Bu kemerler de Osmanlı döneminde Mimar Sinan’ın talimatlarıyla istinat duvarlarıyla desteklenmiştir.
Mimarisi, ihtişamı, büyüklüğü ve işlevselliği yönünden ilk ve son benzersiz uygulama olarak görülen Ayasofya, Osmanlı camilerine, fikir bazında da olsa esin kaynağı olmuş, doğu-batı sentezinin bir ürünüdür.
Bu eser dünya mimarlık tarihinin günümüze kadar ayakta kalmış en önemli anıtları arasında yer almaktadır.
Hayallerimizi zorlayabilen büyüklükteki ana kubbe, sanki havada asılı gibi durmakta ve yerçekimine meydan okumaktadır.
Orta nefin yarısını örten ana kubbe, doğu ve batısına eklenen yarım kubbelerle çok geniş bir dikdörtgen biçimli iç mekân yaratılmıştır.
Ana kubbe ve yarım kubbelerle iç mekân ya da orta nef öylesine genişletilmiştir ki, zeminden bakıldığında, tüm iç mekâna hâkim ve gökyüzüne asılı bir kubbe olarak algılanır.
Doğu ve batı açıklıklarını kapatan yarım kubbelerden daha küçük yarım kubbeli örtülere geçiş yapılarak sistem tamamlanmıştır.
Küçük kubbelerden başlayarak ana kubbe ile taçlandırılan bu kubbeler sıralaması antik çağlarda örneği görülmemiş bir mimari sistemdir.
Böylelikle yapının bazilika planı dâhice ve bütünüyle gizlenmiş durumdadır.
Ayasofya, bazilikal planla merkezi planı birleştiren ‘’Kubbeli Bazilika’’ tipinde bir yapıdır. Bu nedenle, Dünya Mimarlık tarihinde dönüm noktası oluşturan bir yapı olarak karşımıza çıkar.
Boyutları ve bezemelerindeki görkemle Ayasofya, İmparator Justinianos’un iktidarının simgesidir.
Absit ve Mihrap
Orta nef ya da iç mekâna İmparator kapısından girildiğinde tam karşıda, Ayasofya’nın doğu ucunda, katedralin absiti görülmektedir.
Kilise ve katedrallerde, koronun arkasında kalan ve kutsal mekân olarak kabul edilen yer Absit olarak tanımlanmaktadır.
Ayasofya Katedrali camiye dönüştürülünce Absit ‘’Mihrap’’ işlevini üstlenmiştir.
Diğer en eski bütün kiliselerde olduğu gibi, Ayasofya’nın da absiti Kudüs’e yönelik olarak yapılmış.
Aynı şekilde, diğer en eski camilerde olduğu gibi günümüzdeki camiler de mihrap kıbleye yönelmektedir.
Başka bir deyişle, camilerdeki mihraplar Mekke’yi gösterecek şekilde yönlendirilir.
Ayasofya’nın absitinin hafifçe kıbleye yönelik olduğu görülmüştür.
Bu kaymanın yer hareketlerinden kaynaklandığı sanılmaktadır.
İstanbul’un coğrafi konumundan ötürü, Kudüs yönü ile Mekke yönü arasında pek büyük olmayan birkaç derecelik bir fark bulunmaktadır.
Bu yüzden İstanbul’da camiye çevrilen kiliselerde kıble yönünü göstermek üzere kilisenin absiti içine yapılan mihrap absitin biraz sağına inşa edilirdi.
Fakat Ayasofya’da mihrap absitin çok sağına değil, hafifçe sağına inşa edilmiştir. Çünkü Ayasofya tam olarak olması gereken yönde değildir, yani hafifçe Mekke yönüne doğru bir kayma göstermektedir.
Absit ya da mihrap duvarlarında Kuran ayetlerini içeren çerçeveler ve içine Allah, Muhammed, dört halife ve Halife Ali’nin oğulları Hasan ve Hüseyin’in isimleri yazılı olan sekiz yeşil daire bulunur.
Bu dairelerin tahtadan yapılma çok daha büyükleri de ana nefin ya da ana salonun iç mekânını kuşatacak şekilde asılmışlardır.
İsimler her biri 7,5 metre yarıçapında olan bu 8 dev panoya hat sanatı tarzında yazılmıştır.