Bir Dünya Mirası Ayasofya (2)


Ayasofya Müzesi, Hristiyanlar tarafından dünyanın sekizinci harikası olarak kabul edilmektedir.  Bizans İmparatoru I. Jüstinyen tarafından İstanbul’un tarihi yarımadasındaki eski şehir merkezine inşa ettirilmiş bazilika planlı bir patrik katedralidir.

1453 yılında İstanbul’un Türkler tarafından alındıktan sonra, Fatih Sultan Mehmet tarafından camiye dönüştürülmüştür. Günümüzde müze-cami olarak hizmet vermektedir. 

Yapıldığı dönemin dünyasında hiçbir bazilika planlı yapı Ayasofya’nın kubbesinin boyutundaki bir kubbe ile örtülebilmiş ve böylesine büyük bir iç mekâna sahip değildi. Ayasofya’nın kubbesi Roma’daki Panteon’un kubbesinden küçük olmakla birlikte Ayasofya’da uygulanan yarım kubbe, kemer ve tonozlardan oluşan karmaşık ve yanıltıcı sistem, kubbenin çok daha geniş bir mekânı örtebilmesini sağlayarak, kubbeyi daha etkileyici ve görkemli kılmaktadır. 

AYASOFYA MÜZESİ

Taşıyıcı olarak beden duvarlarına oturtulmuş önceki yapıların kubbeleriyle kıyaslandığında, sadece dört taşıyıcı sütuna oturtulmuş bu denli büyük bir kubbe mimarlık tarihinde gerek teknik gerekse estetik bakımdan bir devrim sayılmaktadır.

Orta galeri ya da merkezi mekânın yarısını örten ana merkezi kubbe, doğu ve batısına eklenen yarım kubbelerle çok geniş bir dikdörtgen biçimli iç mekân yaratacak şekilde öylesine genişletilmiştir ki, zeminden bakıldığında, gökyüzüne asılı gibi duran, tüm iç mekâna hâkim bir kubbe olarak algılanır. Yerçekimine meydan okuyup, havada asılı gibi duran görkemli kubbeden gözümüzü ayırıp, diğer ayrıntılarla ilgilenmeye başlıyorum.

ABSİT MOZAİĞİ 

Orta nef ya da iç mekâna İmparator kapısından girildiğinde tam karşıda, Ayasofya’nın doğu ucunda katedralin absiti, camilerdeki adıyla mihrap görülmektedir. Kilise ve katedrallerde, koronun arkasında kalan ve kutsal mekân olarak kabul edilen absitin üzerinde ‘’ Apsit Mozaiği’’ bulunur. 

Absitin çeyrek kubbesinin tam ortasında Tanrı anası Meryem, üzeri değerli taşlarla süslü ve minderli bir taht üzerinde oturmakta olup, kucağında çocuk İsa’yı tutmaktadır.

Bu mozaik Ayasofya’da tasvir kırıcılıktan sonra yapılmış. İlk figüratif tasvirli örneği bulundurması açısından önemlidir. Mozaik 9. yüzyıla tarihlenmektedir. Apsit kemerinin sağında Cebrail ya da Gabriel’i temsil eden bir mozaik bulunur. Apsit kemerinin solunda ise Mikail mozaiğinin bulunduğu ve depremlerden birinde düştüğü sanılmaktadır.

TERLEYEN SÜTUN

Apsit Mozaiklerinden gözümü ayırınca da, ana galeriye girişin hemen solunda, kuzeydeki iç galeriye yakın bir kısmında, terleyen sütun ve bu sütundaki dilek deliği görülür.

Ayasofya’nın kuzey batısında, dört köşeli beyaz mermerden oluşan bu sütun, bütün mevsimlerde, durmaksızın terlermiş. Bu nedenle yüz yıllar boyunca “Terleyen Sütun” adı ile anılıyor.  Günümüzde de insan boyu hizasında bronz levhalarla kaplı, ortasında yüzlerce yıldan bu yana, milyonlarca ziyaretçinin parmağını değdirmesi ile genişlemiş kocaman delik büyük ilgi görüyor.

AYASOFYA MÜZESİ

Temelinde tılsım olduğuna hem Bizans’ın, hem Osmanlının inandığı bu direğe “Uğurlu Direk”, Ağlayan Direk”, “Terleyen Direk”, “Hızır’ın parmağını soktuğu direk” gibi isimler yakıştırılmış. 

Bu ilginç oluşum, bilim adamlarınca incelendiğinde, gözenekli bir taştan yapılan sütunun, zemindeki rutubeti kolaylıkla emdiği görülmüş. Sonra da emilen nem dışarıya verilmektedir.

Bu nedenle, ”Terleyen Sütun ”daki dilek yeri hem Hıristiyanlar hem de Müslümanlar tarafından kutsal olarak biliniyor. 

Evliya Çelebi’nin belirttiği göre; Hz. Muhammed’in tükürüğü, Mekke toprağı ve zemzem suyu ile yapılan harç, burada kullanılmış, Harç’ın neminden ötürü de sütun sürekli terlemeye başlamış.  

Kutsal sayılıp, ziyaretçilerin dilek için uzun sıralar oluşturduğu delik yanına gelenler, sağ başparmaklarını deliğe sokup merkez noktasından saat ibresi yönünde tam bir tur yapacak şekilde daireyi tamamlama sırasında dileklerini içlerinden geçiriyorlar.

Bu sırada başparmakta nem hissedilirse dileğin tutacağına inanılıyor. Terler Sütundaki dilek deliği günümüzde öylesine ün kazanmış ki Ayasofya’yı ziyaret eden turist grupları dilekte bulunmadan müzeden ayrılmıyorlar. 

Diğer taraftan, Orta nefin iç Nartekse yakın kısmında Helenistik dönemden kalma, Bektaşi taşından yapılma iki büyük küp bulunmaktadır.

Bunlar III. Murat döneminde Bergama’da bulunmuş, Ayasofya’ya getirilerek su içme gereksinimlerini karşılamak üzere kullanılmıştır. Küplerden büyük olanı 1200 litrelik bir kapasiteye sahiptir.

ÜST GALERİLER

Ayasofya’nın ana mekânının muhteşemliğinin en iyi görülebileceği yer, üst galeriler ya da nartekslerdir.

Üst kata alt kattaki dış Narteksin kuzeybatı ucunda yer alan bir kapıdan geçilerek, irili ufaklı taşlarla “Arnavut kaldırımı” tarzında döşenmiş bir rampadan çıkılır.

Sarmal bir biçimdeki rampa 7 halka yaparak üst kata ulaşır.

Bu rampa imparatoriçenin tahtıyla sarsılmadan taşınmasına merdiven basamaklarına kıyasla büyük bir kolaylık sağlamaktaymış.

Rampa duvarlarının bazı yerlerinde eski tuğla kemerler görülür.

Bizans döneminde de Osmanlı döneminde de üst kat daima, başta İmparatoriçe olmak üzere, kadınlara ayrılmıştı. Eğimin oldukça küçük olduğu rampadan çıkarak, kuzey üst galeriye ulaşırız.

KUZEY ÜST GALERİSİ

Kuzey üst galerisinde, Ayasofya’nın mozaiklerinin ve çeşitli kısımlarının büyük boy fotoğrafları sergilenmektedir.

Kuzey Üst Galeri, Ayasofya resimlerinin sergilendiği bir sergi salonuna dönüştürülmüş.

Galerinin ortalarında bir yerden ana mekânın görkemli bir görüntüsü karşınıza çıkar ve fotoğraf karelerinde yerini alır.

Buradan Absit Mozaiğine tekrar bakabilirsiniz. Tam karşıda, absitin üst kısmı ile yarım kubbe arasındaki kemerin sağ tarafında Cebrail’i tasvir eden mozaik görülür.

Cebrail Mozaiği, alt kattan görülme derecesine kıyasla daha iyi ve daha yakından görülebilir.

Kuzey galerinin güneybatı kısmında İmparator Aleksandros Mozaiği bulunmaktadır.

Mozaik pano, Ayasofya’daki diğer mozaikler gibi göz önünde olmayıp, kuytu bir köşeye yapılmıştır.

İmparator Aleksandros’un Doğu Roma İmparatorluğu’nda silik bir kişiliğe sahip olduğu söylenmektedir.

İmparator Kapısı üzerinde secde eder biçimde betimlenen İmparator VI. Leon’un saltanatına ortak ettiği kardeşidir

Aleksandros. 10. yüzyıla tarihlenen Aleksandros Mozaiği,  bulunduğu konum açısından, Ayasofya Mozaikleri arasında, günümüze en sağlam gelen mozaikler arasındadır.

Üst kuzey galerideki Ayasofya mozaiklerinin ve çeşitli kısımlarının büyük boy fotoğraflarını izleyip fotoğraflarını da çektikten sonra, üst kattaki batı galeriye geçiyoruz.

BATI ÜST GALERİSİ

Üst kattaki batı galerisinin diğerlerinden oldukça farklı olduğunu görüyoruz. İmparatoriçe Locası oldukça ilgi çeken mekânlardan biri olarak karşımıza çıkar.

Hristiyanlar tarafından dünyanın sekizinci harikası olarak kabul edilen Ayasofya, İmparatoriçe Locasından bakıldığında, tam da bu tanıma uymaktadır.

Tüm iç mekâna hâkim ve gökyüzünde asılı gibi duran görkemli ana kubbe ile sizi Absit Mozaiği ile absite götürür.

Birdenbire kendinizi yüzyıllar öncesinde bulursunuz.

Absit ya da Mihrap konumundaki bölgede konumlanmış olan koroların seslendirdiğini düşündüğümüz şarkılar ve ilahiler aracılığı ile bireysellik yerine toplumsallığı, ben ve sen yerine biz ve onları, ilkel duygular yerine evrenseli, karamsarlık yerine yaşama sevincini, kısacası insana insanca ince duyguları ve değerleri algılar ve kendimizden geçeriz.

Törenleri izlemek üzere Ayasofya’ya gelen imparatoriçe de rampadan üst kata çıkarılır, törenleri maiyetindekilerle birlikte, üst katın batı galerisindeki “İmparatoriçe Locası ”ndan izlerdi.

İmparatoriçe locasından günümüze ulaşan kısımlar mermer başlıklı iki küçük yeşil porfirden yapılma sütun ve zemindeki, imparatoriçenin tahtının konacağı yeri göstermek üzere yerleştirilmiş dairesel yeşil porfir taşından oluşur.

Ayasofya Müzesi istanbul

İmparatoriçe locasından Ayasofya’nın alt katı ve iç mekânına hâkim bir bakış açısı elde edilebilmektedir. Buradan ana mekânın ve Absit mozaiğinin fotoğraflarını çektikten sonra güney üst galeri ya da Nefe geçiyoruz.

GÜNEY ÜST GALERİ

Galeride doğuya yöneldiğimizde, üzerlerindeki anahtar kabartmalarından dolayı “Cennet ve Cehennem Kapısı” olarak adlandırılan ve vaktiyle bir kapı içerdiği sanılan, duvarlara sabitlenmiş iki mermer blok görülür.

Bu bloklar üzerinde yaşam ağacı, balık gibi semboller içeren küçük kabartmalar bulunur.

Kilise temsilcileri ‘’Synod’’ adı verilen toplantıların yapılacağı odaya gitmek üzere bu kapıdan geçerlerdi.

Bu bölümde, Ayasofya’nın dünyaca ünlü mozaikleri bulunmaktadır.

Üst katın neflerinde tavanı kaplayan ve insan figürü içermeyen mozaikler Osmanlı döneminde yağmur suyundan tahrip olmuşlardır. 19. yüzyılda Osmanlı sultanı Abdülmecit bunları onarılmasını emretmişti.  

Ayasofya Müzesi istanbul

Fakat mozaik sanatı 19. yüzyılda unutulmuş bir sanat durumuna gelmişti.

Yenileme çalışmalarını yürüten İtalyan Fossati kardeşler, Sultana bunları onaramayacaklarını belirtip, başka bir çözüm önerisinde bulundular.

Çok tahrip olan mozaikler sıvayla kaplandı ve altta kalan mozaik motifleri bu sıva üzerine resmedildi. 

İlgimizi tavan mozaiklerinden ayırarak, Cennet ve Cehennem kapısını geçiyoruz.

Biraz ileride, sağ tarafta, galerinin batıya bakan duvarında, 12. yüzyıldan kalma ve 1261 yılında yapıldığı sanılan, “Deisis Mozaiği” ile karşılaşıyoruz.

DEİSİS MOZAİĞİ

İsa’nın, Kıyamet Gününde, İnsanlık için Tanrı’dan niyaz dileyen mozaikten kalanlar Ayasofya’nın mozaikleri arasında hiç kuşkusuz, en ünlüsü Deisis kompozisyonudur. 

Deisis, yani mahşer günü İsa’dan Meryem ve Loannes Prodromos’un insanlık için yardımcı olmasını dilemeleridir.

Ayasofya Müzesi istanbul

Mahşer Kompozisyonunun ortasını meydana getiren üçlü kompozisyonda ortada büyük bir İsa ekseni teşkil eder.

Üçlü grubun ikinci şahsı Meryem’dir. Diğer yanda ise Vaftizci Yahya bulunmaktadır.

KOMMENOSLAR MOZAİKİ

Güney üst nefinin doğu ucunda, sol tarafında, yine alt kısımları tahrip edilmiş iki mozaik yer alır.

1122 yılında yapılmış olan ilk mozaikte; Meryem Ana ve kucağında çocuk İsa, sol tarafında İmparator II. Comnenus, sağında ise İmparatoriçe İrene yer alıyor.

İrene’nin takdim ettiği rulo, kiliseye yapılan bağışları gösteriyor.

İmparatorun sunduğu deri kese ise kiliseye yapılan altın yardımını anlatıyor.

Ayasofya Müzesi istanbul

Macar asıllı İmparatoriçenin, açık ten ve saç rengi ile ırk özellikleri açık bir biçimde görülmektedir.

Mozaiğin, 90 derece açı yaparak yan duvar ya da payede devam eden kısmında imparatorun veremden ölen oğlu Aleksios tasvir edilmektedir.  

ZOE MOZAİKİ

11. Yüzyıldan kalma diğer mozaikte, ortada İsa yer alır.

Bizans mozaik sanatında genellikle İsa, başındaki haleye bir haç iliştirilerek tasvir edilir.

Ayrıca mozaiklere, kimliklerini açıklayıcı yazılar yazılır.

Bu bakımdan mozaiklerindeki kimliklerin teşhis edilmesinde zorluk çekilmez.

Bu mozaikte, ortada tahta oturmuş İsa yer alırken sağında İmparatoriçe ZOE yer bulunmaktadır.

İsa’nın solunda ise ZOE’nun üçüncü kocası Konstantin Monomakhos bulunmaktadır.

SUNU MOZAİKİ

Ayasofya’nın olağanüstü ve paha biçilmez mozaiklerini hayranlıkla seyredip, fotoğraflarını çektikten sonra kuzey galerinin doğu ucundaki rampadan iniyoruz.

Ana mekânı tekrar gözden geçirip, dış narteksin güneyinde bulunan Vestibül Kapısı’ndan avluya çıkmak istiyoruz.

Kapıyı geçip, geri dönünce, Ayasofya’nın en önemli figürlü mozaiklerinden biri olan ‘’Sunu Mozaiği’’ kendini gösterir.

1936 yılında düzenlenen Montrö Anlaşmasına kadar İstanbul ve Çanakkale Boğazlarına nöbetçi asker bile koymamız yasaktı.

Mayıs 1933’te Londra’da düzenlenen Silahsızlanma Konferansı’na katılarak 1923 tarihli Lozan Anlaşması’nın Boğazlar maddesinin iptal edilmesi talebinde bulunduk. Reddedildi.

Bunun üzerine Gazi Mustafa Kemal’in öneri ve talimatıyla Sovyet Rusya ile bu konuda görüşme talebinde bulunuldu.

Bu görüşmede Almanya’nın Faşist lideri Hitler ile İtalyan yöneticisi faşist Mussoli’nin Boğazlar güvenliğini tehdit ettiğini, Sovyet Rusya’nın güvenliği için Türk askerlerinin Boğazlara yerleştirilmesinin önemi anlatıldı. Bu toplantılarda Ortodoksların mabedi Ayasofya da gündeme geldi.

Ortodoks Rusya’yı yanımıza çekmek ve uluslararası camiada Hümanist bir Türkiye imajını yerleştirmek için, 1453’ten önce Ortodoksların mabedi olan Ayasofya’yı 24 Kasım 1934 yılında müze yaparak karşı atağa geçildi.

1500 yıllık tarihinde 1000 yıl kilise, 500 yıl cami olarak hizmet veren Ayasofya Hristiyanların-Bizanslıların-Müslümanların ortak kültür mirası durumundaydı.

Ortodoksların mabedi durumunda olan Ayasofya’nın müzeye dönüşmesi başta Sovyetler olmak üzere İngiltere ve Fransa’nın da yanımızda yer almasıyla, Montrö Anlaşması imzalandı ve 1936 yılında Boğazların denetimi Türk askerine geçti.

Atatürk’ün neden bir dünya lideri olduğunu en iyi anlatan uygulamalardan biriydi ‘’bir dünya mirası olan Ayasofya’nın’’ müzeye dönüştürülmesi…

Bir cevap yazın