24 Mart 1962 Cumartesi, İstanbul…
Göz alıcı çinileri, mermer merdivenleri, devasa boyutlardaki giriş kapısı, yüksek tavanları, bu yüksekliğe uyum sağlayan Venedik aynaları ve kırmızı halılarıyla bir saray yavrusundan farksızdı tarihi Çapa Öğretmen Okulu…
Sımsıcak yuvamız olmuştu, hayatımıza mutluluk katmıştı.
Geriye dönüp bakıyorum.
Eylül 1961’de girmiştim mermer merdivenlerini tırmandıktan sonra çinileriyle ünlü devasa kapısından okul idaresine kaydımı yaptırmak için.
Bu mutlu yuvada iki yıl zaman geçirecektim.
Zaman ne kadar da hızlı geçmişti?
Yüksek Öğretmen Okulu ile Eğitim Enstitüsü öğrencileriyle aynı yuvayı paylaşmak bir ayrıcalık gibi gelmişti bana.
Kendimi üniversiteli gibi hissetmiştim.
Etütlerden sonra okuldan ayrılabiliyor ve Aksaray’da oturmakta olan sınıf arkadaşım Gülay’ı matematik çalıştırmak için gidebiliyordum.
Kendimi alabildiğine özgür hissettiğim bu okulda oldukça başarılı bir öğrenci olmuş, kendime olan güvenim tavan yapmıştı.
Eğitim biraz da yaşadığımız şehir ya da yöre ile bütünleşmektir.
Sözlerini sürekli tekrarlayan İvriz’deki Tarih Öğretmenim Hüseyin Seçmen aklımdan geçmişti bir an.
Tarih Öğretmenimiz Niyazi Akşit de aynı cümleleri yinelemekteydi.
İstanbul ile bütünleşebilmek, tarihini ve havasını soluyabilmek için 1500 yıl geriye giderek Konstantinopolis’i tanımam gerekiyordu.
Üç imparatorluğa başkentlik yapmış bu gizemli şehirde, her türlü ticari faaliyetlerin kolaylıkla yürümesini sağlayan, coşkulu törenlere olanak sağlayan yollar ve meydanlar dı.
Ana yollar ki İmparatorluk yoluydu, ticari faaliyetleri İtalya’daki Roma Forumu’na kadar ulaştırıyordu.
Egnatya yolu olarak tanımlanan bu 1120 km’lik yol İstanbul’un can damarıydı.
Kente Yedikule surlarındaki Altın Kapı’dan giriş yapan birinin göreceği ilk meydan, Cerrahpaşa semtindeki Arkadius Sütununun süslediği Arkadius Forumu’ydu.
Bu, Konstantinopolis’in yedinci tepesinde, 5. yüzyılda inşa edilen forumlardan biriydi.
Arcadius ya da Arkadyos M.S. 383-395 yılları arasında Babası I. Theodosius’la birlikte Doğu Roma İmparatoruydu.
402 yılına kadar da tek başına hüküm süren Arkadyos, 402 yılında oğlu II. Theodosius’u yönetimine ortak etmişti.
Cerrahpaşa’daki binaların arasına sıkışıp kalmış, neredeyse amorf bir kütleye dönüşen bir kalıntı haline gelmiş Arkadius Sütunu.
İnşa edildiği 5. yüzyılda kentin ana aksını oluşturan İmparator Yolu üzerindeki görkemli anıtlardan biriydi.
Arkadius Sütunu, öncülleri Roma’da bulunan, kentin başkent kimliğini ön plana çıkaran, zafer sütunu ya da anıtsal sütun olarak nitelendirebileceğimiz bir yapı/anıt tipiydi.
Arkeolojik araştırmalara göre Arkadius Sütunu 400-404 yılları içerisinde inşa edilmiş, 421 yılında da heykel sütunun üzerine bir törenle yerleştirilmiş, forum ise nihai halini ancak II. Theodosius zamanında 453 yılında almıştı.
Arkadius Forumu’nu oluşturan diğer yapılar zaman içerisinde yok olsa da bölgedeki ticari işlev Osmanlı döneminde pazar günleri sütunun dibinde kurulan, alıcı ve satıcıları büyük ölçüde kadınlardan oluşan Avrat Pazarı ile sürdürülmüştü.
Avrat Pazarı, bulunduğu mahalleye adını verecek ölçüde büyümüş ve ünlenmişti.
Hatta kimi seyyahların tanıklıklarından anlaşıldığı üzere hem pazarı hem de mahalleyi tanımlar biçimde Arkadius Sütunu da Avrat Taşı olarak anılmıştı.
Bazı rivayetlere göre, Avrat pazarında satılanlardan biri de Hürrem Haseki Sultan’dı.
Doğu Roma tarihini okurken Avrat Pazarı ve bu pazarda satılan kadın köleler-cariyelerden söz edildiğini duymuştum.
Millet Caddesi’nden Aksaray’a doğru yürümeye başladım.
Fındıkzade’yi geçip Haseki’ye ulaştığımda aklıma Kanuni Sultan Süleyman’ın gözdesi Haseki Hürrem Sultan geldi.
Osmanlı Padişahlarından çocuk doğuran cariyelerine verilen addı Haseki.
Padişahların birden çok Hasekisi olabiliyordu. Hasekilerden en gözdesi erkek çocuk doğuran, bir bakıma yeni veliahdın annesi olan cariye idi.
Semte verilen Haseki adı Hürrem Sultan’ın kurduğu Haseki Külliyesi’nden gelmiş olmalıydı.
Özgür ve Haseki Hürrem Sultan olarak Haseki Külliyesi’ni yaptırmak istemiş, Sultan Süleyman tarafından bu istek anında yerine getirilmişti.
Külliyelerde ilk yapı cami ki Mimar Sinan’ın İstanbul’daki ilk eseridir, ‘’Haseki Sultan Camii’’ yapılmıştı.
Evliya Çelebi’ye göre ise “Şehzadeler annesi Haseki Sultan Camii” Kanuni Sultan Süleyman’ın eşi Hürrem Sultan’a gösterdiği bir zarafetti.
Camiden sonra Sinan klasiği olacak medrese ve sübyan mektebi dahil olur külliyeye. Üstelik aşhane ve şifahane ekleyerek…
Kadın Şefkatinin Sembolü olan Haseki Darüşşifası İnşaatı 1550 yılında tamamlanmış ve 1843 yılında da kadınlara tahsis edilmişti.
Bu tarihten sonra; kimsesiz, bakıma muhtaç, evsiz barksız hasta ve çaresiz kadınları tedavi eden bir kadın hastanesi olmuştu.
Haseki Külliyesi’nin şöhreti Avrat Pazarı adının “Haseki” adıyla anılmasını sağlamıştı.