Beykoz Mecidiye Kasrı; İstanbul’un Beykoz İlçesi’nin Yalıköy semtinde, Hünkâr İskelesi olarak adlandırılan bölgenin güneyinde yer almaktadır.
Boğaziçi’nin ilk kâgir ve yeni üslupta inşa edilmiş, mimari özellikleriyle sanat değeri olan muhteşem bir yapıdır. Tanzimat Türkiye’sinin yeni zevkini ve tüketim alışkanlığını göstermektedir. Boğaziçi’ndeki kâgir yapıların en önemlisi olup, Mısır Hıdivlerinin zenginliğini gösterir. Denizden başlayarak, teraslar halinde yükselen mükemmel bir çevre düzenlemesinin tepe noktasında, ağaçlar arasında bulunmaktadır.
Batılılaşma dönemi mimarlığının bir örneği olan Beykoz Kasrı’nın yapımı, Mısır Hıdivi olan Kavalalı Mehmet Ali Paşa tarafından 1845 yılında başlatılmıştır. 1849 yılında ölünce de, 1854 de Mısır Hıdivi olacak olan dördüncü oğlu Said Paşa tarafından kasrın yapımı tamamlanmış ve 1854 yılında dönemin Osmanlı Padişahı Abdülmecid’e hediye edilmiştir.
Abdülmecid’in boğaz sevdasını bilen Kavalalı Mehmet Ali Paşa, Kütahya Antlaşmasından 12 yıl sonra İstanbul’u ziyaret ettiğinde, Mısır Hıdivliğinin Osmanlıya sadakatini göstermek ister. Hünkâr İskelesi yöresindeki 92 000 m2 lik koruluğu satın alarak, Sultan Abdülmecid’e hediye edilmek üzere Beykoz Kasrı’nın yapımını başlatır. Kasrın mimarları, Balyan ailesinden Nigogos ve Sarkis Balyan’dır.
İstanbul’da, padişah sarayları dışında yeterince büyük ve gösterişli saray, kasır ve köşkler yoktur. Padişahlar tarafından yaptırılanlar da 19. yüzyılın devlet protokolünü karşılamak amaçlıydı. Tanzimat döneminde, İstanbul’daki yabancı devlet elçileri için yapılan saraylar Dolmabahçe Sarayı’ndan bile gösterişliydi. İngiliz, Rus ve Fransız Elçilik Sarayları bu ülkelerin güç ve ihtişamını anlatır nitelikteydi. Devlet protokollerinde bunlar önemliydi. Osmanlı Devleti de güçlü ve ihtişamlı görünebilmek ve protokol amaçlı olarak saraylar ve kasırlar yaptırmıştır.
Beykoz Kasrı, Boğaziçi’nde yapılan ilk kâgir ve Neo-Klasik tarzındaki ilk yapılardan biridir. Dönemin Avusturya İmparatorluğu’nun İtalya bölgesinde çokça rastlanan bir mimari tarza sahiptir. İyon ve Korint sütunlu cephesi ve tören ya da muayede salonu ile Yeniköy’deki Avusturya Yazlık Sefaretine benzemektedir. Kare planlı olan yapı İki katlı ve simetrik düzenlemelidir. Yapının protokol giriş kapısı deniz cephesinde bulunmaktadır. Katların ortasında sofa ve sofa çevresinde de odalar bulunmaktadır. Katlar arasındaki yükseklik 8 metreyi bulmaktadır.
İç mekânlarda renkli somaki ve mermer kullanılmış, duvarlarına büyük boy aynalar yerleştirilmiştir. Kasrın cephe kaplamasında kullanılan taşlar İtalya’dan getirtilmiş, bunlar arasında yer yer beyaz mermere de yer verilmiştir. Kasrın bahçesinde iç duvarları istiridye kabuklarıyla bezenmiş ve ‘’Dağ Hamamı’’ 0larak adlandırılan küçük bir dinlenme köşkü bulunmaktadır. Bu köşk yazın serin, kışın ise ılık olma özelliğine sahiptir.
Beykoz Kasrı bir saltanat konutu olmasına rağmen, Osmanlı tarihinde Mısır Meselesi olarak geçen ve devlete büyük sıkıntı yaratan Kavalalı Mehmet Ali Paşa’nın Osmanlıya başkaldırışı yüzünden olacak ki Sultan Abdülmecid kendisine hediye edilen bu kasra pek iltifat etmemiştir.
Beykoz çayırındaki bazı törenler için kullanıldıysa da, kentin dışında temiz havalı bir konumda olduğu için, kamu hizmeti olarak kullanılmıştır.
Önce yetimler yurdu haline getirilir. 1920’li yıllarda trahomlu hastalar için kullanılan yapı, 1953 te prevantoryum, daha sonra da Çocuk Göğüs Hastalıkları Hastanesi olarak kullanılır. 1999 yılında Milli Saraylar Yönetimine devredilen Beykoz Kasrı’nda 2010 yılında yenileme çalışmaları başlamış ve 2016 yılı sonlarında Müze-Saray olarak hizmete girmiştir.
Abdülmecid’e hediye edilmiş olmasından ötürü Mecidiye Kasrı olarak da bilinen Beykoz Kasrı’nın ilginç bir hikâyesi vardır. Oldukça ilginç olan bu hikâye biraz da Osmanlının toprak kaybetmeye başladığı Mora İsyanı ile ilişkilidir.
Navarin’de Osmanlı-Mısır donanmasının yakılması, Osmanlının yakılan donanma için Rusya’dan tazminat istemesi, Rusya’nın Osmanlıya savaş ilanı, Rus kuvvetlerine yenilen Osmanlının 1829 yılında Edirne Antlaşmasını imzalamak zorunda kalması ve Yunanistan Devleti’nin kurulması, Kavalalı Mehmet Ali Paşa’nın Osmanlıya başkaldırması ve Rusya ile 1833 yılında yapılan Hünkâr İskelesi antlaşmasının hikâyesidir.
Rumların 1821 yılında Mora Yarımadası’nda başlattıkları isyan, Yunan Devleti’nin kurulmasıyla sonuçlanmıştır. Mora, Yunan Devletinin kurulduğu yerdir. Bu nedenle isyanın başladığı gün hâlâ ulusal bağımsızlık günü olarak kutlanmaktadır.
İsyanın başlamasında, özellikle Rusya etkin rol oynamıştır. Avrupalı Devletler, kendi çıkarları doğrultusunda Antik Yunan’a duydukları ilginin de etkisiyle Rumlara her türlü maddi ve manevi yardımda bulunmuştur.
Osmanlı Devleti ilk başlarda isyanı ciddiye almasa da isyanın diğer adalara sıçraması üzerine Mısır donanmasından yardım istemiş ve isyanın direncini kırmayı başarmıştır.
Fakat isyana Avrupalı Devletlerin el atması ve konunun uluslararası bir boyut kazanmasıyla dengeler değişmiş ve isyan Osmanlı Devletinin aleyhinde ilerlemiştir.
Osmanlı Devleti tarafından önemsenmeyip gerekli tedbirler alınmamıştır. Mora’da binlerce Müslüman Türk’ün hatta Ortodoks olmayan Hristiyan ve Musevilerin katledilmesi isyanların ne kadar ciddi olduğunu göstermiştir.
Yıllardır Haliç’te yatan ve çürümeye başlamış Osmanlı Donanması yeterli olmadığından, Mısır donanmasından yardım istemek Osmanlı yönetimi tarafından tek çare olarak görülmüştür.
Ne var ki bu plan, Avrupalı Devletlerin müdahalesi ve Navarin’de Osmanlı-Mısır donanmalarının yakılması felaketiyle sonuçlanmıştır.
Rusya, Sultan II. Mahmut’un Navarin’de Osmanlı donanmasının yakılması ile sonuçlanan olaylardan dolayı savaş tazminatı istemesi üzerine, Osmanlı İmparatorluğuna karşı savaş açmıştır. Batıda Eflak ve Boğdan’ı işgal eden Ruslar, Balkanları da aşıp Edirne’ye kadar gelmiş, doğuda ise Erzurum’a kadar ilerlemiştir.
Bu gelişmeler üzerine Osmanlı İmparatorluğu barış istemiştir. 14 Eylül 1829 yılında imzalanan Edirne Antlaşması ile Osmanlı Devleti Rusya’ya savaş tazminatı ödemeyi kabul etmek zorunda kalmıştır.
Boğazlarda Rusya’ya tanıdığı ayrıcalığın yanı sıra, Yunanistan Devletinin kurulmasını da kabul etmiştir.
Diğer taraftan, Mora isyanını bastırmak için Mısır Donanmasından yardım isteyen Osmanlı İmparatorluğu, karşılığında Kavalalı Mehmet Ali Paşa’ya Suriye ve Mora Valiliğini vaat etmişti.
Edirne Antlaşmasıyla Mora elden gitmiş, Suriye konusunda da Osmanlı yan çizmiştir. Bu durumda Mısır Hıdivi Kavalalı Mehmet Ali Paşa Osmanlı Devletine başkaldırmış, oğlu İbrahim Paşa komutasındaki orduları Anadolu içlerine, Kütahya’ya kadar ilerlemiştir.
Güç durumda kalan padişah II. Mahmut, İngiltere, Fransa ve Rusya’dan yardım istemiştir. Süveyş Kanalı imtiyazının peşinde olan İngiltere ve Fransa bu duruma ilgisiz kalmıştır.
Denize düşen yılana sarılır… Misali yardım istenen Çar, Karadeniz donanmasını on beş bin kişilik kuvvetle İstanbul’a göndermiştir. Rus Donanması Beykoz’da Ordugâh kurmuş, kurtarıcı rolüne bürünmüş ve yakın tarihlere kadar, konulduğu yerde duran anıt taş dikilmiştir.
Rusların, Boğazları denetimleri altına almalarını, İngilizler ve Fransızlar, kendi çıkarlarına aykırı bulmuşlar ve Rus yardımını önlemek için, 1833 yılında, Osmanlı devletiyle Mehmet Ali Paşa arasında Kütahya’da bir antlaşma yapılmasını sağlamışlardır.
Antlaşma sonrasında Mısır kuvvetleri Toros dağlarının gerisine çekildikten sonra, İngilizler ve Fransızlar, Rus kuvvetlerinin de İstanbul Boğazından ayrılmasını istemişlerdir.
Kavalalı Mehmet Ali Paşa’ya güvenmeyen II. Mahmut, Ruslarla 8 Temmuz 1833’te Hünkâr İskelesinde, Hünkâr İskelesi Antlaşmasını imzalamış, Rus ordu ve donanması da İstanbul’dan ayrılmıştır.
Hünkâr İskelesi Antlaşması, Osmanlı devletinin Rusya’yla imzaladığı bir karşılıklı yardımlaşma ve saldırmazlık antlaşmasıdır. Bu antlaşmaya göre Osmanlı Devleti bir saldırıya uğrarsa Rusya asker ve donanma gönderecek, ancak masrafları Osmanlı devleti ödeyecektir.
Antlaşma 8 yıl sürecek, Antlaşmanın gizli maddesine göre Rusya bir saldırıya uğrarsa Osmanlı devleti Çanakkale Boğazını yabancı savaş gemilerine karşı kapatacaktır.
Rusya ile rekabet eden Birleşik Krallık ve Fransa’ya karşı konmuş olan bu madde ile “Boğazlar Meselesi” ortaya çıkmıştır. Hünkâr İskelesi Antlaşmasının 8 yıllık süresi bitince, Boğazlar Meselesini görüşmek üzere, 1841 yılında Londra’da bir konferans toplanmıştır.
Bu konferansa İngiltere, Avusturya, Prusya, Rusya, Fransa ve Osmanlı devleti katılmış; görüşmeler sonunda imzalanan Londra Antlaşmasına göre, Boğazlar Osmanlı devletinin egemenliği altında kalmıştır.
1838 yılında tahta geçen Sultan Abdülmecid, babası II. Mahmut gibi, kapalı bir mekân olan Topkapı Sarayı’nı sevmemişti. Sahil saraylarından hoşlanırdı. İstanbul Boğazı’nın şahane manzarasını seyredebilmek için Anadoluhisarı’ndaki Küçüksu Kasrı, Topkapı Sarayı’ndaki Mecidiye Köşkü’nü yaptırmıştır.
Ayrıca, şahane bir Haliç manzarasına sahip Yavuz Sultan Selim Camii külliyesi içerisine de bir köşk yaptırmıştır. Yapımları biten Dolmabahçe ve Beylerbeyi Saraylarında oturmayı tercih etmiştir. Beşiktaş’ın arka semtinde bulunan Ihlamur Kasrı’nı ise bir av köşkü olarak düşünmüştür.