İstanbul Boğazı deyince, ilk akla Asya ve Avrupa kıtalarını birleştiren inci gerdanlıkları olan asma köprülerinin yanı sıra sırtlarını korulara, ayaklarını denize uzatmış, bahçeleri adeta cenneti andıran yalılarıdır.
Aynı zamanda Boğaziçi ,İstanbul’un ve dünyanın en büyüleyici mekanlarından biridir. İstanbul’a yolu düşen yerli ve yabancı turistlerin yanı sıra, ülkemizi ziyaret eden devlet ve hükümet başkanlarının da mutlaka görmek ve gezmek istedikleri bir cennettir.
Görmeden bu dünyadan gitmeyin denilen yerlerden biridir İstanbul Boğazı. Eğer Duatepe ya da Fatih Parkı’ndan bakarsanız İstanbul Boğazı’na, kendinizi bir masal dünyasında bulabilirsiniz.
Asya ile Avrupa kıtalarını birbirinden ayıran ve Marmara Denizi ile Karadeniz’i birbirine bağlayan bir boğaz ve uluslararası bir su yoludur aynı zamanda.
1923’te Lozan Antlaşması ile birlikte imzalanan Boğazlar Sözleşmesi ile uluslararası su yolu niteliği kazanan ve 1936 yılında imzalanan Montrö Boğazlar Sözleşmesi ile tamamen Türkiye Cumhuriyeti’nin denetimine girmiştir.
İstanbul Boğazı, Marmara Denizi ve Çanakkale Boğazı ile birlikte Türk Boğazları olarak adlandırılır ve Avrupa ile Asya kıtalarını birbirinden ayıran doğal sınırlardan biri olarak kabul edilir.
Genel olarak İstanbul coğrafyası ve İstanbul Boğazı 4. jeolojik zamanda oluşmuştur. Bugüne dek yapılan bilimsel çalışmalar sonucunda ağır basan kanı, jeolojik açıdan İstanbul Boğazı’nın deniz suları ile dolmuş bir fay çöküntüsü olduğudur.
İstanbul Boğazı, Karadeniz’den alçak, Marmara Denizi’nden yüksek bir konumda yer alır. Düzey farklılığı Boğaz’ın başlangıç noktası ile bitiş noktası arasında toplamda 40 cm’yi bulur. Bu nedenle Karadeniz’den Marmara Denizi’ne sürekli bir yüzey akıntısı vardır. Tuzluluk farklarından ötürü de, ters yönlü dip akıntısı da bulunmaktadır.
Boğaziçi’nin mimari yapısı Bizans döneminde kıyılarda kurulan balıkçı köylerindeki basit evlerle biçimlenmeye başlamıştır. Osmanlı döneminde kıyılara kondurulan yalılar ise Boğaziçi mimarisinin en seçkin örneklerinden olmuş ve yıllar boyunca İstanbul Boğazı ile özdeşleştirilmiştir.
Boğaziçi üzerinde, Asya ile Avrupa’yı birleştiren üç gerdanlık bulunmaktadır. Boğaziçi Köprüsü, Fatih Sultan Mehmet ve Yavuz Sultan Selim Köprüleri paha biçilemez gerdanlıklarını oluşturur.
Karadeniz ile Marmara Denizi’ni birleştiren İstanbul Boğazı’nın yaklaşık uzunluğu 30 km’dir. Genişliği ise yer yer değişmekle birlikte en dar yeri, Rumeli Hisarı ile Anadolu Hisarı arasında olup yaklaşık 698 metre ve en geniş yeri 3 bin 500 metreyi bulmaktadır.
Daha girintili çıkıntılı olan Avrupa kıyıları 55 km. uzunluğunda iken, Asya yakası kıyıları ise 35 km. uzunluğundadır. Boğaz’ın derinlik ortalaması 60, en derin yeri ise yaklaşık 100 – 120 metre civarındadır.
3 Şubat 2011 Perşembe, İstanbul…
Boğaz, İstanbul’un ve dünyanın en büyüleyici mekanlarından biri olup, İstanbul’a yolu düşen yerli ve yabancı turistlerin yanı sıra, ülkemizi ziyaret eden devlet ve hükümet başkanlarının da mutlaka görmek ve gezmek istedikleri bir cennet olarak tanımlanıyor. Görmeden bu dünyadan gitmeyin denilen yerlerden biri İstanbul Boğazı. Eğer Duatepe ya da Fatih Parkı’ndan bakarsanız İstanbul Boğazı’na, kendinizi bir masal dünyasında zannedersiniz.
Söylenceye göre, Tanrılar tanrısı Zeus, sevgilisi İo’yu, kıskanç karısı Hera’nın gazabından korumak için bir ineğe dönüştürür. Bunun farkına varan Hera, ineğin başına at sineklerini musallat eder. İo, sineklerden kaçarken, o zamanlar bir dere görünümünde olan boğazdan geçtiği için, bu mekan ”İnek Geçidi” yani ”Bosphoros” adını alır. Efsane olarak da anlatılan bu söylencelerden sonra, Boğaziçi turlarından biri olmazsa olmazlar arasına girer.
İstanbul’da Boğaz turu yapmak için, en rahat ve en ekonomik seçenek, Eminönü iskelelerinden kalkan Şehir Hatlarıdır. Ancak; kışın günde bir kez 10.30 da, yazın ise 10.30 ve 13.30 olmak üzere, iki kez tur düzenlenmiş olması zamanlama açısından olumsuzluk yaratmaktadır. Galata Köprüsünün Haliç bölümündeki özel tur vapurları, her yarım saatte bir düzenledikleri turlar bir buçuk saat sürmekte ve konuklarını ikinci köprüye, Fatih Sultan Mehmet Köprüsüne kadar götürüp, getirmektedirler.
Bu nedenle, eşim ile ben özel tur vapurlarından birini tercih ettik. Saat 14.30 civarıydı ve karnımız acıkmıştı. Eşimle ben, Eminönü Haliç kıyısındaki teknelerden birinden, balık ekmekle turşularımızı alıp, meydandaki küçük masalardan birine kurulduk. Karnımızı doyurduktan sonra, saat 15.00 de kalkacak olan tur vapuruna bindik ve kapalı alanda çay servisi yapılan yere yakın bir yere, Galata Köprüsünü karşımıza alacak şekilde oturduk.
Çay ocağından büyük bardak çaylarımızı alarak keyifle içmeye ve çevremizdeki tarihi zenginlikleri bir kez daha gözden geçirmeye başladık.Haliç üzerinde ve balık teknelerinin çevresinde pervane olan martılar, teknelerden ya da yolculardan balık kapabilme çabasındaydılar. Ben de fırsatı kaçırmadım çevremdekileri karelere sığdırmak için, fotoğraf makinemi çalıştırmaya başladım. Muhteşem bir manzarayı ölümsüzleştirmek istemiştim. Karşımızda Galata Köprüsü ve sağında ünlü Valide Turhan Sultan Camisi yer almaktaydı.
Sol tarafımızda, balık kapma peşinde olan martı sürüsünün arkasında Galata Kulesi bütün haşmetiyle ben buradayım diyordu sanki. Galata Kulesi anında fotoğraf karelerimdeki yerini aldı. İstanbul’un en eski semtlerinden biri olan Antik Galata, son yıllarda, özellikle entelektüel çevrenin gözdesi haline gelmiş. Modacı Bahar Korcan, Yazar Oral Çalışlar, şair Haydar Ergülen, karikatürist Salih Memecan, rock şarkıcısı Teoman gibiler, Galata Kulesi çevresinde, konut alarak ya da işyeri açarak, bölgenin eski parlak günlerine kavuşmasına katkıda bulunmuşlar. Yükselen mekanlar arasına girmiş Antik Galata.
Biz çevreyi kolaçan ederken, tur vapurumuz Eminönü iskelesinden kalkıyor ve iskeleden uzaklaşıyor.İskeleden uzaklaştıkça, Valide Turhan Sultan Camisi, köprü ve balıkçı teknelerinin arkasında görkemli bir biçimde yerini alıyor. Deniz kıyılarındaki Selatin Camilerinin en görkemlisi olan ”Yeni Cami” ya da ”Valide Turhan Sultan Camisi,Sultan III. Murat’ın eşi Safiye Sultan adına, 1597 de Mimar Davut Ağa tarafından yapımına başlanmış.Turhan Sultan 1597’de Sultan III Mehmet’in annesi Valide safiye Sultan’ın emriyle yapımına başlanan fakat, ölümü üzerine, yarım kalan camiyi kendi parasıyla tamamlatmış. Turhan Sultan Ukrayna asıllıydı ve doğduğu zamanki Rus Ortodoks ismi Nadya idi. Üstlendiği caminin yapımı 66 yıl sürmüştür.
Çok büyük bir alana yayılmış olan Valide Sultan Camisi ve külliyesi içinde,kuzey batısında bulunan Mısır Çarşısı da bulunmaktadır.Valide Sultan’dan Eyüp’e doğru ilerlerseniz, Rüstem Paşa camisiyle Ahi Ahmet Çelebi camisiyle karşılaşırsınız. Aralarında, geride bir yerde, Hatice Turhan Sultan türbesi bulunur. Biz bu tarihi yapılara bakarken, tur vapurumuz Galata Köprüsünün altından geçerek Marmara Denizi ile İstanbul Boğazının birleştiği noktaya doğru ilerliyordu.İstanbul’un tarihi boyunca; Altın Boynuz olarak da adlandırılan Haliç’in iki yakasını Galata Köprüleri birleştirmiştir.
Köprünün batısında Haliç, kuzeyinde Karaköy ve Galata doğusunda İstanbul Boğazı ve güneyinde ise Eminönü ile birlikte; Topkapı Sarayı, Ayasofya, Sultan Ahmet Camisi ile meydanı, Sarayburnu, Gülhane Parkı gibi semt ve mekanların bulunduğu tarihi yarımada yer alır. Genişliği 42 metre olan Galata Köprüsü’nde, her iki yöne doğru üç şeritli motorlu taşıtlar yoluyla, yaya yolu bulunmaktadır. Köprünün ortasındaki iki şerit tramvaylara ayrılmıştır. 80 metrelik kısmı açılabilen ve üzerinden tramvay geçebilen, dünyadaki ender birkaç baskül köprüden biridir.
Galata Köprüsünü arkamızda bırakarak, ağır ağır birinci köprüye, Boğaziçi Köprüsüne doğru ilerliyoruz.Boğazın iki yakasına yerleşmiş birbirinden güzel semteler ve bu semtlerde yer alan ve İstanbul’u İstanbul yapan tarihi ve turistik yapıları göreceğiz.Sol yanımızda İstanbul’un en eski kolonilerine sahip olan Cenevizlilerin yerleşkesi Galata semti ve Galata Kulesi ile Kulenin eteklerine doğru uzanan Karaköy ve rıhtımı yer alıyor.
Galata sözcüğünün anlamlarıyla ilgili olarak , değişik söylenceler var. Rumca’da, Gala, süt anlamında kullanılıyormuş. Karaköy’ü de içine alan bölgedeki süthaneler ve çok sayıdaki muhallebicinin bulunması bu yorumu doğrular gibi görünüyor. İtalyanlar, Galata sözcüğünü, ”denize inen yokuş”olarak kullanırken; Ortodokslar, Katolikleri ”Galus” olarak adlandırıyormuş. O dönemde, bölgenin bir Katolik kasabası olması nedeniyle, Galus’tan Galata sözcüğünün türetildiği rivayet edilmektedir.
Sağ yanımızda, dünyanın en güzel manzaralarından biri olan ”Tarihi Yarımada” yer alıyor. Tur vapurumuz biraz daha uzaklaşınca, Süleymaniye Camisi’nin de içinde bulunduğu ”İstanbul Silueti” karşımıza çıkar. İstanbul Silueti bir markadır. Bu siluet içerisinde, sırasıyla; Sarayburnu’nun yeşillikleri içerisinde yer alan Topkapı sarayı, Ayasofya, eşsiz altı minareli Sultanahmet camisi ve Süleymaniye Camisi bulunur.
Tarihi ve turistik açıdan bakıldığında; İstanbul’un en önemli meydanlarından biri de, SultanAhmet Meydanı’dır.Her yıl onbinlerce yerli ve yabancı turistin ziyaret ettiği bu meydan ve çevresi tam bir tarih hazinesidir. Herşeyden önce, 14 yüz yıl boyunca, eski dünyanın yarısını yönetenlerin yerleşim birimi olan ”Tarihi Yarımada”da bulunmaktadır. Çevresinde; Topkapı Sarayı, Ayasofya Müzesi, Sultanahmet Camii, Yerebeten Sarnıcı, Obeliks, Dikili Taş, yılanlı sütun gibi bir çok tarihi ve paha biçilmez eserlerin bulunduğu bu meydan, Bizans İmparatorluğu zamanında ”Hipodrom” olarak tasarlanmış ve kullanılmış.
Vapurumuz sola, Karaköy’e yanaşacak şekilde dümen kırdığında, sağ tarafta, restore edilmiş olan Kız Kulesini görülüyor .Milattan önce 4. yüzyılda Komutan Chares’in karısı için anıt mezar olarak yaptırıldığı, söylencelerden birisi. Diğer söylenceye gelince, Hero ile Leandros adlı iki gencin hüzünlü aşkını anlatan bir hikayedir. Hero’nun kuleden ayrılmasıyla başlar. Hero Afrodit’in rahibelerindendir ve aşka yasaklıdır.
Yıllar sonra Afrodit’in tapınağında yapılan bir törene katılmak için kuleden ayrılır ve orada Leandros ile karşılaşır. Birbirine aşık olan iki genç, Leandros’un gece kuleye gelmesi ile aşklarını kutsarlar. Kızkulesi her gece iki gencin gizli aşkına ve yasak sevişmelerine tanıklık eder.
Leandros’un yüzerek kuleye geldigi fırtınalı bir günde Hero’nun yaktığı sevda ateşinin feneri söner. Karanlıkta yolunu kaybeden Leandros boğazın sularına gömülür. Sevgilisinin öldüğünü gören Hero da kendini Kızkulesi’nden boğazın sularına bırakır.
Vapurumuz, boğazın Avrupa yakasına yakın olacak şekilde, ağır ağır ilerlemesini sürdürüyor.Kabataş vapur iskelesi ile ileride, sağında ”Bezmialem Valide Sultan Camii” görülüyor. Sultan Abdülmecit’in annesi Bezmialem Valide Sultan tarafından inşaatına başlatılıp, ölümü üzerine, Sultan Abdülmecit tarafından tamamlanan cami, ana konumu nedeniyle Dolmabahçe sarayının bütünlüğü içerisinde yer almaktadır.
Tasarımı Garabet Balyan’a ait olan cami, iki yılda tamamlanmış olup, Dolmabahçe Camii olarak da adlandırılmaktadır .Parmaklıklı avlu duvarının caddeden girilen taş taç kapısı 4 metredir. Valide Sultan’a uygun pembe dış boyasıyla 2007’de yeniden tamir edilerek ibadete açılmıştır. İlerleyen vapurumuzdan Avrupa yakasını izlemeye devam ediyoruz ve bir süre sonra; Dolmabahçe Sarayı Sanat Galerisi, saat kulesi ve Dolmabahçe Sarayı görünüyor.
Dolmabahçe Sarayı’nın bugün bulunduğu alan, bundan dört yüzyıl öncesine kadar Osmanlı Derya kaptanlarının gemilerinin demirlediği, Boğaziçi’nde büyük bir koymuş. Hatta, Kabataş ile Beşiktaş arasındaki bölüm, bugünkü İnönü Stadına kadar denizmiş. 17. yüzyılda doldurulmaya başlanan koy, padişahların dinlenme ve eğlenceleri için düzenlenen bir “hasbahçe”ye dönüştürülmüş. Bu bahçede çeşitli dönemlerde yapılan köşkler ve kasırlar topluluğu, uzun süre Beşiktaş Sahil Sarayı adıyla anılmış.
Saat Kulesi, Mefruşat Dairesi, Kuşluk, Harem ve Veliaht Dairesi bahçelerinde ziyaretçilere yönelik kafeterya hizmetleri veren bölümler ve hediyelik eşya satış reyonları oluşturulmuş, bu reyonlarda Kültür-Tanıtım Merkezi’nce hazırlanan ve milli sarayları tanıtıcı bilimsel nitelikte kitaplar, çeşitli kartpostallar ve Milli Saraylar Tablo Koleksiyonu’ndan seçilmiş ürünlerin tıpkı basımları satışa sunulmuştur.
Diğer yandan, Muayede Salonu ve bahçeler ise ulusal ve uluslararası resepsiyonlara ayrılmış, yeni düzenlemelerle saray, müze içinde müze birimlerine, sanat ve kültür etkinliklerine kavuşturulmuştur.Saray 1984 yılından beri müze olarak hizmet vermektedir.Domabahçe sarayı topluluğunu geride bırakan vapurumuz, Beşiktaş Deniz Otobüsleri iskelesine doğru yaklaşıyor.
Çeşitli tarihçilere ve Beşiktaş’ın sakinleri arasında yaygın olan ve yazılı kaynaklarla da desteklenen bir teze göre,Barbaros Hayrettin Paşa’nın, gemilerini bağlamak üzere diktirdiği beş taş direk anlamında beş taş veya beşik taşı ‘ndan,Beşiktaş adı yerleşmiştir.Beşiktaş bir yerleşim yeri kimliğini Osmanlı döneminde kazanmıştır. Bizans dönemi boyunca Boğaziçi özellikle Karadeniz’den gelen Gürcü yağmacıların akınlarına uğramış, bunların yarattığı tahribat ve saldıkları korku surdışı yerleşmelerin gelişmesini engellemiştir.
Günümüzde, İstanbul’un en hareketli ve kalabalık semtlerinden biridir. Deniz otobüslerinden inerseniz; sağınızda Bahçeşehir Üniversitesi ve eklentileriyle karşılaşırken, sapmadan ilerlerseniz Barbaros Bulvarına ulaşırsınız ki sizi Levent ve Maslak semtlerine götürür. Batıya yönelip, Dolmabahçe Caddesine girerseniz, Deniz Müzesine uğrayabilirsiniz. Barbaros Hayrettin Paşa’nın türbesi ve heykelinin bulunduğu Deniz Müzesi, Türkiye’de kurulan ilk askeri müzedir. Ziyaretçilerini; denizcilik tarihinin yanı sıra, denizcilikte kullanılan elemanlar ve denizcilik kültürü konusunda bilgilendirmeyi ve denizciliği sevdirmeyi amaçlamaktadır. Müzede, yaklaşık, 20 000 eser bulunmaktadır. Vapurumuz Beşiktaş iskelesine yanaşmadan, Çırağan Sarayına doğru ilerlemesini sürdürdü. Bundan sonraki yolculuk ve izlenimlerimi ”İstanbul’da Boğaz Turu 2” de anlatacağım