Osmanlı Devleti’nin modernleşen yüzünün ikonik eseridir Dolmabahçe Sarayı…
Antik dönemlerde gemilerin demirlediği bir koy iken saltanatın gözde ikametgâhı hâline gelen Dolmabahçe, yüzyılların hafızasını ve Boğaziçi’nin sularının duru görkemini taşıyor.17. yüzyıldan 18. yüzyıl sonlarına kadar genişleyen ve dönüşen yapılara ev sahipliği yapan Beşiktaş Sahil Sarayı, III. Selim Dönemi’ne girilirken saltanatın yönetim merkezi olan Topkapı Sarayı’ndan sonra İstanbul’daki ikinci büyük saray hâline gelmiştir.
Beşiktaş Sahil Sarayı yapılar uzun süreli konaklamaya elverişli olmadığından III. Selim bunların onarılmasını istemiştir. Ardından gelen II. Mahmut da Beşiktaş Sahil Sarayı’nda sıkça vakit geçirmiş fakat resmî ikamet ve yönetim merkezi olarak Topkapı Sarayı’nı kullanmıştır.
II. Mahmut’un ardından Sultan Abdülmecid Beşiktaş Sahil Sarayı’nda yeni düzenlemeler yapılmasını, uzun konaklamaya ve çağın gereklerine uygun bir hâle getirilmesini istemişti. Bunun için sarayı tamamen yıktırıp yerine yenisinin yapılması gerekiyordu. 13 Haziran 1843 yılında Dolmabahçe Sarayı’nın inşasına başlandı ve 1856’da Sultan Abdülmecid Topkapı Sarayı’ndan kesin olarak ayrılarak Dolmabahçe Sarayı’na yerleşti.
19. yüzyılda Topkapı Sarayı’ndan Dolmabahçe Sarayı’na geçiş radikal bir değişimdi. Saltanatın yönetim merkezi yer değiştiriyordu. Dolmabahçe Sarayı mimari plan anlamında da yeniye doğru açılıyordu. Osmanlı Sarayı ve toplum için Dolmabahçe’nin anlamı bir saray yapısı olmaktan fazlasını ifade ediyordu.
İstanbul’da gezip, görme şansına eriştiğim Saray, kasır ve köşkler Osmanlı İmparatorluğunun özgün tarihçesini ve mimarisini ortaya koyan mekânlar olarak karşıma çıktı. Bu mekânları gezdikçe tarih kitaplarında bulunmayan ve oldukça ilginç bilgi ve hikâyelerle karşılaştım. Osmanlı Tarihi’ne de farklı bir gözle bakmaya başladım. Dolmabahçe Sarayı ve Yıldız Sarayı ile eklentilerinin hikâyesinin biraz da Beşiktaş İlçesi’nin hikâyesi olduğunu gördüm.
Muhteşem ve anıtsal giriş kapıları bulunan Dolmabahçe Sarayı, otuz birinci Osmanlı padişahı Sultan Abdülmecit tarafından yaptırılmıştır. Yapımına 13 Haziran 1843 tarihinde başlanan Saray, çevre duvarlarının tamamlanması ile birlikte 7 Haziran 1856 tarihinde kullanıma açılmıştır.
Saray’ın ana yapısı; Mabeyn-i Hümayun yani Selamlık, Muayede ya da Tören Salonu ve Harem-i Hümayun adlarını taşıyan üç bölümden oluşur.
Sarayın göz alıcı bahçeleri, saraylar kompleksinin ön, arka ve yan cephelerini kapsamaktadır. Bir dereceye kadar Fransız barok bahçe düzenlemelerini anımsatmaktadır.
Hele, deniz cephesindeki bahçe parmaklıklarından görülen görkemli boğaz manzarası ile saray birleşince, kendinizi, cennetin bir köşesinde bulunduğumuz duygusuna kaptırırsınız. Benim için böyle oldu.
Saraylar, kasırlar ve köşklerdeki tören salonlarına Muayede Salonu denilmekteydi.
Dolmabahçe Sarayı’nın Tören Salonu gerçekten ihtişamlı bir yerdir ve insanın ağzını bir karış açık bırakabilir. 56 adet sütun tarafından çevresi sarılmış olan salon 40 metreye 45 metre boyutlarındadır. Bir başka deyişle, 1800 metrekarelik bir alana sahiptir.
13 Mart 2011 Pazar, İstanbul…
Bu gün 13 Mart 2011 Pazar, İstanbul ‘da hava güneşli ve ılık… Aklımda Dolmabahçe Sarayını görmek, açıksa gezmek var. Bu vesile ile Dolmabahçe Camisi’ni de görme ve fotoğraflama olanağı bulacağım.
Otobüslerde bir çok aktarma yaptıktan sonra Kabataş İskelesindeyim. Dolmabahçe Camisi, Dolmabahçe Sarayı ve Boğaziçi Köprüsünü panaromik olarak fotoğraflama olanağı buldum. Fotoğraflarımı çektikten sonra, görkemli ve büyüleyici boğaz manzarasını bir süre seyredip, Dolmabahçe Sarayı’na doğru yürümeye başladım.
Topkapı Camisi bütün görkemiyle karşımda duruyordu. Asıl adı Bezm-i Alem Valide Sultan Camisi olan bu anıtsal yapının denizden çekilen fotoğrafları da görkemli ve ilgi çekicidir. Boğaziçi gezilerinde bir hayli fotoğrafını çekmiştim. Tur vapurlarından çekilen resimleri de harikaydı.
Sultan Abdülmecit’in annesi Bezmialem Valide Sultan tarafından inşaatına başlatılmış. Ölümü üzerine, Sultan Abdülmecit tarafından inşaatı tamamlanan cami, ana konumu nedeniyle Dolmabahçe sarayının bütünlüğü içerisinde yer almaktadır.
Tasarımı Garabet Balyan’a ait olan cami, iki yılda tamamlanmış olup, Dolmabahçe Camisi olarak adlandırılmaktadır. Parmaklıklı avlu duvarının caddeden girilen taş taç kapısı 4 metredir. Valide Sultan’ın sevdiği renk olan pembe dış boyasıyla boyanarak 2007′de yeniden ibadete açılmıştır.
Bezmialem Valide Sultan Camisini geçer geçmez, Dolmabahçe Saray avlusu içinde yer alan saat kulesi görüş alanıma girdi ve fotoğraf karelerinde yerini aldı.
Saray avlusundaki kalabalığı görünce ziyaretçilerin arasında yerimi aldım. 65 yaş üstü Türk vatandaşlarından ve 6 yaşından küçük çocuklardan ücret alınmadığından yaşım gereği ücret ödemeden biletimi alarak ilk anıtsal kapıdan giriş yaptım.
Muhteşem ve anıtsal giriş kapıları bulunan Dolmabahçe Sarayı, otuz birinci Osmanlı padişahı Sultan Abdülmecit tarafından yaptırılmıştır. Yapımına 13 Haziran 1843 tarihinde başlanan Saray, çevre duvarlarının tamamlanması ile birlikte 7 Haziran 1856 tarihinde kullanıma açılmıştır. Saray’ın ana yapısı; Mabeyn-i Hümayun yani Selamlık, Muayede ya da Tören Salonu ve Harem-i Hümayun adlarını taşıyan üç bölümden oluşur.
Sarayın göz alıcı bahçeleri, saraylar kompleksinin ön, arka ve yan cephelerini kapsamaktadır. Bir dereceye kadar Fransız barok bahçe düzenlemelerini anımsatmaktadır. Hele, parmaklıklardan görülen görkemli boğaz manzarası ile saray birleşince, kendimizi, cennetin bir köşesinde bulunduğumuz duygusuna kaptırırsınız. Benim için böyle oldu.
Saraylar, kasırlar ve köşklerdeki tören salonlarına Muayede Salonu denilmekteydi. Dolmabahçe Sarayı’nın Tören Salonu gerçekten ihtişamlı bir yerdir ve insanın ağzını bir karış açık bırakabilir. 56 adet sütun tarafından çevresi sarılmış olan salon 40×45 metre boyutlarındadır. Bir başka deyişle, 1800 metrekarelik bir alana sahiptir.
Muayede salonun dört köşesinde birer oda bulunmaktadır. Boğaziçi tarafından girişi olan ve bahçe ile Boğaziçi’ne bakan üst kattaki oda, padişahların törenden öncesi ve sonrası dinlendikleri yerdir. Soldakinin ise ayrı bir özelliği vardır. II. Abdülhamit burada kendisi için bazı ilaveler yaptırmış.
Dışarıya bir kapı açtırarak, tören sonrası kendisini Yıldız Sarayı’na en kısa yoldan götürülmesini sağlayacak merdiven ekletmiştir.
Tahta çıktıktan 236 gün sonra Yıldız Sarayı’na taşınan II. Abdülhamit bayram törenleri için yılda iki defa Dolmabahçe’ye geliyor, törenden hemen sonra da bu yan kapıdan arabasına binerek sessizce ayrılıp Yıldız Sarayı’na gidiyordu.
İnsanın ağzını açıkta bırakacak kadar ihtişamlı olan Tören Salonu’nun tavanı bin bir renkli süsleme ile gökyüzünde melekler ve çiçekler dünyasına geniş bir pencere açmış gibidir.
Tavanın ortasından sarkan 4,5 ton ağırlığındaki İngiltere’den özel siparişle getirtilen muhteşem avizede 750 mum kullanılmaktadır. Onun gökkuşağı renkleriyle bir yağmur gibi inen aydınlığına, salonun 4 köşesinden, sütunlar üstündeki 4 büyük kristal avize yardımcı olmaktadır.
Duvarların üzerinde tavana çıkan boşluklara yerleştirilmiş 4 geniş balkon davetlilere, diplomatlara ve saray orkestrasına ayrılmıştır. Parmaklıklı kafesli pencerelerden ise harem kadınlarının törenleri izlemesi sağlanmıştı.
Sultan Abdülmecit Topkapı’dan Dolmabahçe’ye geçtikten sonra, Osmanlı Padişahları Tahta çıkma, Bayram törenleri ve diğer önemli kabulleri, göz kamaştıran Dolmabahçe Muayede Salonu’nda yapmaya başlamışlardı.
Topkapı Sarayı’ndaki törenlerin doğu ve göçebe karakteri ile yaz ve kış Enderun kapısı önündeki Divan Meydanı’nda açıkta yapılması usulü bırakılmıştı. Avrupai Muayede Salonu’nda da tören için aynı altın taht getirilir ve salonun arka tarafına, kara cephesine konulurdu.
Padişahlar bayram namazından döndükten sonra bir süre köşedeki bir salonda dinlenirler, saati gelince çıkarak tahta doğru yürürlerdi. Görevliler alkış tutarken orkestra da Marş-ı Hümayun’ u çalmaya başlardı.
Marşın bitiminden sonra törene dâhil olanlar tahtın önüne kadar gelir ve padişah kimi şereflendirmek istiyorsa ona tutturduğu bir sırma saçağı öptürürdü. İlmiye sınıfı saçak öpmez, padişahı kendi usullerince temennayla selamlardı.
Padişahlar tören sırasında otururlar, yanlarındaki şeyhülislamlar ve sadrazamlar ayağa kalkarlardı. Şehzadelerle, daha sonradan milletvekilleri tahtın arkasında yer alırlardı. Padişahın karşısında teşrifat müdür umumisi ellerini göbeği üzerinde bağlamış olarak hazır dururdu. Onun bir kaç adım arkasında ikincisi, onun da bir kaç adım arkasında bir üçüncüsü beklerdi.
Yol halısının üstünden akın akın şerit haline geçen vezirler, vekiller, mebuslar, müşirler, rütbe sırasına göre diğerleri, saçağı tutan kişinin göğsü hizasındaki sırmaları önce yerlere kadar temenna ettikten sonra iki elle tutup öperlerdi.
Yaklaşık iki saat süren ilk törenden sonra padişah bir süre dinlenirdi. Ardından saray görevlileri ve hanedan mensupları için ikinci tören başlatılırdı. Padişahlar Muayede Salonu’nda yalnız erkek üyelerin, vezir ve vekillerin, saray içi memurların ve azınlık heyetlerinin kutlamalarını kabul ederdi. Harem için bayram törenleri mavi salon da ayrıca yapılırdı.
Muayede Salonunda verilen en büyük ziyafet, Sultan Abdülmecit’in Kırım Savaşı’nın bitmesi şerefine verilen büyük ziyafetti.
Sultan Abdülaziz’in imparator Franz Joseph şerefin verdiği davetten sonra gördüğü en büyük şölen, birinci dünya savaşı nın son aylarında alman cephesi adına doğuya moral vermek üzere Avusturya’nın yolladığı genç ve yakışıklı yeni imparatorları Karl ve imparatoriçesi Zita şerefine Mehmet Reşat’ın düzenlemek zorunda olduğu gece olmuştu.
Yukarıda 120 kişilik bir yemekten sonra Muayede salonunda 1000 kişilik bir davete geçilmişti. Saray, binlerce elektrik fanusları ile aydınlatılmış ayrıca Boğaziçi de donatılmıştı.
Büfenin som altın takımları, genç çiftin güzelliği ve operet tensillerindeki gibi süslü giysileri, imparatoriçenin görülmemiş büyüklükteki elmaslardan oluşan tacı İstanbul’ da günlerce konuşulmştu.
Gece sona ererken genç çift, denize bakan büyük kapıdan bir saltanat kayığı ile sarayı terk etmişlerdi.
Bu ziyafetten kısa bir süre sonra bir dünya savaşının bitişi, büyük imparatorlukların çöküşü, yerlerini milli ve küçük devletlerin alışı, dünya politikasındaki dengelerin ve ekonomilerin değişmesi olayıyla açılan yeni bir dönem içerisinde muayede salonu da bir süre kendi göz alıcı ihtişamıyla ve hatıralarıyla baş başa kaldı.
Samsun’ a çıkmak için İstanbul’ u terk ettiğinden beri ilk defa 1 Temmuz 1927 de İstanbul’a gelen Atatürk’ün ilk ayak bastığı yer Dolmabahçe sarayı oldu. Sonra da ünlü ve muhteşem Tören Salonunda şu konuşmayı yapmıştı.
”İstanbul’dan kaçtığım günden bugüne sekiz yıl geçti. Sekiz yıl önce muzdarip, ağlayan İstanbul’dan, kalbim sızlayarak çıkmıştım. Teşyi edenim yoktu. Sekiz sene sonra kalbim müsterih olarak, gülen ve güzelleşen İstanbul’a geldim. Duyguları ve vicdani telakkileri, ilim ve teknik ile terbiye ederek sosyal hayatımızın huzur ve saadetine çalışmak, ulvi bir gayedir. Bunu size, aziz İstanbul halkına, sekiz yıl öncesine kadar içinde padişahlara ait insanüstü vasıflar tahayyül ettirilmek istenen bu sarayın içinde söylüyorum.
Bu saray artık ‘’Allahlın gölgesi’’ denilen sultanların değil, fakat kendisi bir gölge olmayan, yaşayan, hakiki bir varlık olan milletin sarayıdır. Ben burada milletin bir misafiri olarak bulunuyorum.’’