15 Ağustos 2009 Cumartesi, Eyüpsultan…
Emeklilik dönemimde karşılaşacağım bunalım döneminden kurtulmak için, gezmemi de sağlayacak, sevdiğim bir uğraş edinmeliydim. Gezgin olmam, fotoğraf çekmem ve yazmam gerekiyordu. Derya içinde derya olan, üç imparatorluğa 1600 yıl başkentlik yapmış olan İstanbul tam aradığım yerdi. Çok becerikli olan eşimin uzun araştırmaları sonrasında Eyüpsultan İlçesi’ne bağlı Göktürk Köyü’nde bahçe girişi olan bir ev aldık. Eyüpsultan’a 20 km, İstanbul Havaalanına 16 km, Taksim’e 25 km, Emirgan İskelesi’ne 25 km uzaklıkta ideal bir konumdaydı Göktürk.
İstanbul dendiğinde ilk aklıma gelenler Boğaziçi, Tarihi Yarımada, Altın Boynuz olarak tanımlanan Haliç ve Eyüp Sultan mezarlığının hemen üstündeki Piyerloti Tepesidir. Piyerloti Tepesini ve bu tepedeki Piyerloti Kahvesini çok duymuş, bazı turizm tanıtım broşürleriyle bazı belgesellerde de görmüştüm.
Sabah kahvaltısından sonra bindiğim Eminönü otobüsüyle, yaklaşık yarım saat sonra Piyerloti tepesine konukları çıkaran Teleferikte indim. Otobüsün kaptanı teleferik hattıyla tepeye çıkabileceğim gibi, Eyüp Sultan mezarlığı içindeki patika gibi bir yoldan da yararlanabileceğimi söylemişti. Ben de teleferik yerine Eyüpsultan Camii ve türbesi yanındaki dar bir patikadan giriş yaptım.
Mezarlık içindeki dar ve kıvrımlı, fakat bakımlı yoldan tepeye tırmanırken, yüz yıllardır Eyüpsultan mezarlığında yatanların uhrevi havasının yanı sıra, sağ tarafımda Haliç’in panoramik ve tablo gibi muhteşem manzarasını izledim. Ayrıza tırmanma yolu muhteşem fotoğraflar çekmem için uygun bir rota olmuştu.
Tepeye yaklaştıkça görüş alanım büyüdü. Tarihi Yarımada’yı, Haliç üzerinden, Öteki Yaka Pera’ ya bağlayan Galata Köprüsü’ne kadar uzanıyordu. Ufkumda muhteşem bir görüntü belirmişti.
Nihayet tepedeki Piyerloti Kahvesine ulaştım. Hem yorulmuş hem de biraz terlemiştim. Önce, Haliç’i rahat görebileceğim masalardan birine oturdum. Canım soğuk bir içecek istemesine rağmen, çay söyledim. Çayımı içerken de Altın Boynuz olarak da tanımlanan Haliç’e baktım galata Köprüsü’ne doğru. Gördüklerim hayal kırıklığına uğratmadı beni, gerçekten anlatıldığı ve övüldüğü kadar varmış.
Öteki Yaka ‘’Pera’’yı Tarihi Yarımada’ya birleştiren köprüler görüş alanımda netlik kazanmıştı. İlk gözümüze çarpan Haliç Köprüsü olup, üzerinden İstanbul birinci çevre yolu geçmektedir. Hemen arkasında, Ayvansaray ile Hasköy arasında eski Unkapanı Köprüsü kalıntıları bulunmaktadır. Daha sonra da Atatürk Köprüsü, Marmaray Haliç Köprüsü ve Galata Köprüsü bizi Marmara Denizi’ne doğru götürür.
Piyer Loti Tepesi’nden bu kez Haliç’in sağ tarafında ya da kuzeyindeki Tarihi Yarımada içinde kalan bölümüne bakıyorum. Eyüpsultan İlçesi, Ayvansaray Mahallesi, Balat Parkı ve Balat, Şair Nedim Parkı ve Fener Mahallesi, Haliç Sosyal Tesisleri, Kadir Has Üniversitesi Kampüsü, İstanbul Ticaret Üniversitesi Eminönü Kampüsü ve Eminönü ile mistik bir hava yaratan İstanbul Silueti oluşturan camiler silsilesi karşımıza çıktı.
Çayımdan birkaç yudum daha aldıktan sonra Haliç’in sol tarafına ya da güneyinde kalan bölgeye bakıyorum. Sırasıyla Sütlüce Kongre ve Kültür Merkezi, Sütlüce Vapur İskelesi, Rahmi M. Koç Sanayi Müzesi, Kuzey Deniz Saha Komutanlığı, Hasköy Vapur İskelesi, Haliç Tersanesi, Kasımpaşa İskelesi ve Sosyal Tesisleri ile Galata Kulesi görüş alanımıza giriyor. Bütün bu saydıklarımın büyük bir bölümü Beyoğlu İlçesi sınırları içinde kalmakta olup, Osmanlı İmparatorluğu döneminde, öteki yakayı anlatan Pera adıyla anılmaktaydı.
Çayımdan birkaç yudum daha aldıktan sonra notlarıma göz gezdiriyorum. Notlarıma göre, Piyerloti tepesindeki bu ünlü kahvehane, İstanbul’da uzun dönemler yaşayan, gerçek bir İstanbul aşığı olan ve asıl adı “Julien Viaud” olan ünlü Fransız yazar Pierre Loti’ nin adını taşımaktadır.
Türkiye’yi ikinci vatan olarak gören Pierre Loti’ nin, o dönemde, “Rabia Kadın Kahvesi” olarak bilinen bu kahvehaneye sık sık gelerek, Haliç’in muhteşem manzarası karşısında kendinden geçerek, “Aziyade” adlı romanını yazmıştı. Bu romanın yayınlanmasından sonraki 19. yüzyılda, İstanbul’a gelen hemen bütün yabancıların ve gezginleri de uğrak yeri olmuştu Pierre Loti.
Bugün tipik bir Türk Mahallesi haline getirilerek; turistik tesis olarak hizmet veren mekanların da bulunduğu bölge, Evliya Çelebi’nin Seyahatnamesi ’nde, “İdris Köşkü Mesiresi” olarak geçmekteydi.
Pierre Loti ve çevresindeki bazı eserler İstanbul Belediyesi Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu’ndan onaylı projeler doğrultusunda kamulaştırılmış. “Pierre Loti Turistik Tesisleri” adıyla Tarihi kahve, Turquhouse Butik Otel, Aziyade Restaurant, Yeşil Cafe, Nargile evi ve Haliç’e nazır geniş çay bahçeleriyle tesis haline getirilerek, Atalar Turizm Ltd. Şti. işletmesine devredilmiştir.
Muhteşem Haliç manzarasına hâkim eski Türk Konaklarının restorasyonuyla oluşturulan Turquhouse Butik Hotel’den içeriye adım attığınızda meşhur yazar Pierre Loti’ nin yaşadığı döneme tarihi bir yolculuk da yapmış olacaksınız.
Venedik’teki Büyük kanala benzettiğim Haliç’i ve kıyılarında barındırdıklarını, kahve ya da demli sıcak bir çay eşliğinde, izlemenin keyfini tatmak istiyorsanız mutlaka ziyaret etmelisiniz. Üstelik, çayın yanı sıra, yiyecek ve içecek fiyatları da oldukça uygun. Ben, Piyer Loti kahvesi ve bu kahveden izlediğim muhteşem Haliç görüntüsünden büyük keyif aldım. Tekrar uğrayabilmek düşüncesiyle, istemeyerek tepeden ayrıldım ama, bu arada yüzlerce fotoğraf da çekebildim.