Türk ve İslam dünyasının en ünlü anıtlarından birisi olarak bilinen Sultanahmet Camisi; İstanbul’a gelen yerli ve yabancı turistlerin ziyaret programlarına aldıkları en önemli anıtlardan biridir.
Gerek Hristiyan dünyasında gerekse Müslümanların dünyasında yer alan Semai dinlerin hamiliğini üstlenen imparatorlar, padişahlar ve sultanlar; Tanrıya ulaşmanın ve inancının en iyi biçimde ifade edebilmenin yolu olarak, bir benzeri daha olmayan kiliseler, mabetler ve camiler yapma ve yaptırma yarışına girmişlerdir.
17.Yüzyılın iki önemli eserinden biri olan Sultanahmet Camisi, Mimar Sinan’dan sonra Türk mimarlığının meşalesini ele alan Mimar Sedefkâr Mehmet Ağa’nın ellerinde yükselmiştir.
Mimar Sinan’ın Şehzade Camisi göz önünde tutulmuş, ancak onun tasarımı çok ileriye götürülmüştür. Caminin banisi henüz 14 yaşında iken Osmanlı tahtına 14. Hükümdar olarak oturmuş ve 14 yıl saltanat sürmüş olan I. Ahmet’tir.
Döneminde Avusturya-Osmanlı Savaşı sona ermiş, Zitvatorok barış anlaşması bölgeye ve Osmanlıya bir rahatlama dönemi açıp devletinin saygınlığını tekrar perçinlemiştir.
Sultan I. Ahmet, Allah’a bir şükran belgesi olmak üzere, Taht Şehri İstanbul’da, o zamana kadar görülmemiş güzellikte bir mabet yükseltmeyi aklına koymuştur.
En önemli tutkusu, Allah’a kulluğunu kanıtlayabilmektir. Bu nedenle, o zamana kadar yapılmış olan camilerin en büyüğünü ve en güzelini yaptırmak ister. Özellikle de Ayasofya’yı geçmektir. Buna bir de nam-u şanını kıyamete kadar yaşatacak bir eser bırakma ihtirası hiç çekinmeden eklenebilir.
Sedefkâr Mehmet Ağa karşısında Süleymaniye, yanı başında Ayasofya gibi eşsiz iki anıtın arasında, onlarla yarışacak bir eser tasarlar. Sultan I. Ahmet’in onayını alarak, 1609 yılının güneşli bir gününde, başta padişah olmak üzere, bütün devlet erkânının katılımıyla caminin temeli atılır.
İnşaat 7 yılda tamamlandı. Cami; Medrese, Daru-l Kurra, Muvakkithane, Sıbyan Mektebi, Arasta, Hamam, İmaret, Darü’ş-şifa ve Türbe’mden oluşan külliyenin merkez yapısı olup bir dış avluyla çevrelenmişti. Kapladığı alan bakımından, Ayasofya ve Süleymaniye’yi geçmişti.
*****
26 Mart 2015 Perşembe, Sultanahmet…
İlkokul üçüncü sınıftan itibaren yaşadığım Mersin, Osmaniye, Niğde Bor, Niğde Misli Köyü, Konya, Konya Ereğlisi’ni tarihi ve kültürel yapısıyla tanımaya çalıştım. Bir başka deyişle bütünleşmeye çalıştım.
1961-63 yıllarında, Çapa Öğretmen Okulu öğrencilik dönemimde ve 1999-2001 yıllarında kızımın çalıştığı dönemlerde İstanbul’u panoramik olarak görmüştüm. 2009 yılında Eyüp Göktürk Merkez Mahallesi’nde ev sahibi olduktan sonra, emekli olmamın da bana tanıdığı sınırsız zamandan yararlanarak, İstanbul’un ruhunu yakalamaya çalışıyorum.
İstanbul’da, tarih ve inanç turizminin boy attığı en önemli yer Sultanahmet Meydanı ve çevresidir. Bu gün öncelikle Sultanahmet Camisi’ni gezmek ve ruhani boyutunu yakalamak istiyorum.
Ayasofya yapılıncaya kadar, dünyanın en ünlü ve en ulaşılmaz mabedi, Hz. Süleyman’ın Kudüs’te yaptırmış olduğu” Mescid-i Aksa” idi. Mescid-i Aksa’ yı aşmak isteyen Bizans İmparatoru Justinianus, bu hayalini, Ayasofya’yı yaptırarak gerçekleştirmişti.
Kanuni Sultan Süleyman da Ayasofya’yı aşacak bir cami yaptırmak ister. 1551-1558 yılları arasında yapılan Süleymaniye Camisi ile de Ayasofya aşılır.
Sultan I. Ahmet, Ayasofya ile Süleymaniye arasında; atalarına saygısızlık olmasın diye, Süleymaniye Camisi’ni aşmayacak ama Ayasofya’dan daha görkemli bir cami için, At Meydanı olarak bilinen Sultanahmet Meydanı’nı seçer.
Caminin tasarımını ve gerçekleştirilmesi işini, mimarlığının yanı sıra musikiye olan ilgisi ve sedefkârlığı ile de ün yapmış olan Mimarbaşı Mehmet Ağa’ya verir.
Sedef, günümüzde de çok değerli olan bir malzeme olarak bilinir. Sedefin sahip olduğu sağlam yapı, birçok bilim adamının ilgisini çektiği gibi, Mehmet Ağanın da ilgisini çekmiş ve sedef konusunda uzmanlaşmıştı.
Genellikle, yanardöner renkli ve parlak yapılı olan sedef, kendi kendini tamir edebilen bir madde olarak bilinir.
Sedefkâr Mehmet Ağa karşısında Süleymaniye, yanı başında Ayasofya gibi eşsiz iki anıtın arasında, onlarla yarışacak bir eser tasarlar. Sultan I. Ahmet’in onayını alarak, 1609 yılının güneşli bir gününde, başta padişah olmak üzere, bütün devlet erkânının katılımıyla caminin temeli atılır.
Aynı yüzyılda yaşayan Evliya Çelebi, temel atma törenini şöyle anlatmaktadır.
” Cümle üstat, mimar ve mühendisler toplanıp; Üsküdarlı Mahmut Efendinin ve üstadımız Evliya Efendinin duaları ile temelin kazılmasına başlandı. Evvela; Sultan Ahmet Han, eteğine toprak doldurup ‘’Ya Rab, Ahmet kulunun hizmetidir, kabul eyle’’ deyip, amelelerle birlikte temelden toprak taşıdı.”
Başladıktan 7 yıl sora tamamlanan Cami kurulum alanında Medrese, Daru-l Kurra, Muvakkithane, Sıbyan Mektebi, Arasta, Hamam, İmaret, Darü’ş-şifa ve Türbe’den oluşan külliyenin merkez yapısı olup bir dış avluyla çevrelenmişti.
Ana yapının kapladığı alanın eni 64 metre, boyu 74 metre olup, yüksekliği de 43 metre olmuştu. Ayasofya ve Süleymaniye’yi geçmişti.
Üstelik Mekke’deki 6 minareli mabetten sonra, 6 minaresi olan tek cami, I. Ahmet camisiydi. O dönem, İslam aleminden gelen bir takım itirazlar üzerine, Mekke’deki mabede yedinci bir minare yaptırılarak, itirazların önünü aldığı söylenir.
Sultanahmet Camisi’nin içi dört yapraklı yonca planına sahip olup, dört fil ayağı çok etkilidir. Ana kubbe 43 metre yüksekliğinde ve 23,5 m çapındadır. Bu ölçüler Mimar Mehmet ağanın bir mühendis olarak yeteneğini gösterir.
Caminin içi çok dâhiyane bir ustalıkla yerleştirilen 260 pencere sayesinde ferah bir havaya bürünmüştür. Pencerelerin yerleştiriliş şeklinden dolayı büyük kubbe sanki havada asılı gibi durmaktadır.
Sultanahmet Camisi’nin tasarımı, Osmanlı cami mimarisi ile Bizans kilise mimarisinin 200 yıllık sentezinin zirvesini oluşturur.
Komşusu olan Ayasofya’dan bazı Bizans esintileri içermesinin yanı sıra geleneksel İslami mimari de ağır basar ve klasik dönemin son büyük camisi olarak görülür.
Köşe kubbelerin üstündeki küçük kulelerin eklenmesi dışında, geniş ön avlunun cephesi Süleymaniye Camisi’nin cephesiyle aynı tarzda yapılmıştır. Ağır bir demir zincir batı tarafındaki avlu girişinin üst kısmını asılı tutar.
Caminin avlusuna yalnızca sultan at sırtında girebilirdi. Sultan avluya at sırtında girdiği zaman başını zincire çarpmamak için eğerdi. Bu, padişahın bile camiye girerken kendisine çeki düzen vermesi gerektiğini göstermek amaçlı sembolik bir eylemdi.
Avlu neredeyse caminin kendisi kadar geniştir ve kesintisiz bir kemer altıyla çevrilmiştir. Her iki tarafında abdesthaneler vardır. Ortadaki büyük altıgen fıskiye avlunun boyutları göz önüne alındığında küçük kalır.
Avluya doğru açılan dar anıtsal geçit kemer altından mimari olarak farklı durur. Yarı kubbesi kendinden daha küçük çıkıntılı bir kubbe ile taçlandırılmış ve ince sarkıt bir yapıya sahiptir.
Her katında alçak düzeyde olmak üzere, caminin içi İznik’te, 50 farklı lale deseninden üretilmiş 20 binden fazla çiniyle bezenmiştir. Alt seviyelerdeki çiniler gelenekselken, galerideki çinilerin desenleri çiçekler, meyveler ve servilerle gösterişli ve ihtişamlıdır. 20 binden fazla çini İznik’te çini ustası Kasap Hacı ve Kapadokyalı Barış Efendi’nin yönetiminde üretilmiştir.
Cami; mavi, yeşil ve beyaz renkli İznik çinileriyle bezendiği, yarım kubbeleriyle büyük kubbesinin içi de mavi ağırlıklı kalem işleriyle süslendiğinden, Avrupalılarca Mavi Cami (Blue Mosque) olarak bilinir. Ayasofya’nın müzeye dönüştürülmesiyle, ana cami konumuna gelmiştir. Aslında Sultan Ahmet Camii külliyesiyle birlikte, İstanbul’daki en büyük yapı komplekslerinden biridir
Bu külliye bir cami, medreseler, hünkâr kasrı, arasta, dükkânlar, hamam, çeşme, sebiller, türbe, darüşşifa, sıbyan mektebi, imarethane ve kiralık odalardan oluşmaktadır. Bu yapıların bir kısmı günümüze ulaşamamıştır.