Aç gözlü vahşi kapitalistlerin dünyada bir eşi daha bulunmayan İstanbul’u nasıl cehenneme çevirdiğini görerek yaşadığımız günlerde zamanlaması doğru bir filmdi Dan Brown’un aynı adlı romanından uyarlanan ‘’Cehennem’’. Floransa’da başlayan Cehennem filmi, Venedik’te devam ediyor ve İstanbul Yerebatan Sarnıcı’nda bitiyordu.
Filmdeki gizemli bir şifrenin çözüldüğü yerdi Yerebatan Sarnıcı Tüm dünyanın izlediği bir Hollywood yapımında İstanbul’u görmek büyük keyifti.
İstanbul’un su ihtiyacını karşılamak üzere planlanan Yerebatan Sarnıcı, Doğu Roma İmparatorluğu’nun en parlak dönemi olan 6. yüzyılda, İmparator Justinaus tarafından yaptırılmıştı. Uzunluğu 140 metre, genişliği 70 metre olan sarnıcın toplam alanı 9 800 m2 dir.
Sarnıçta 12 sıra halinde ve her sırada 28 sütun olmak üzere 336 mermer sütun bulunmaktadır.
Birbirinden 4,90 metre aralıklarla yerleştirilmiş olan sütunların her birinin yüksekliği 9 metredir.
Sütun başlıkları çoğunlukla yukarıya doğru genişleyen sepet şeklindeki Korint ya da İyon karışımıdır.
Sayısı az olmakla birlikte, işlenmemiş dorik üslupta sütunlar da bulunmaktadır.
Duvarlarının kalınlığı 4 metre olup, pişmiş tuğla ile örülmüştür. Tuğlaların üzeri de su geçirmez özelliği olan ve Horasan adıyla bilinen bir harçla sıvanmıştır.
İtalyan romancı, öykü yazarı ve şair Edmondo De Amicis İstanbul ve Türkiye gezilerini, 1874 yılında Türkçeye çevrilen 2 ciltlik Konstantinopolis adlı eserinde anlatmıştır. Bu eserlerinden birinde;
“Bir Müslüman evinin avlusuna giriyor, karanlık ve rutubetli bir merdivenin son basamağına kadar iniyor ve kendimi İstanbul halkına göre nasıl bittiği bilinmeyen Bizans’ın büyük Bazilika Sarnıcı’nın kubbeleri altında buluyorum
Sarnıcın inşaatında 7.000 köle çalışmış ve 38 yılda bitmiş. Bir söylentiye göre, sütunlar üzerindeki gözyaşları sarnıç inşasında ölen yüzlerce köleyi anlatırmış. Sarnıcı’nın suyu, İmparator Justinaus tarafından, kentin 19 km uzağında bulunan Belgrat Ormanlarından getirtilmiştir.
Bizans döneminde imparatorların ikamet ettiği büyük sarayın ve bölgedeki diğer sakinlerin su ihtiyacını karşılamıştır. İstanbul’un 1453’teki fethinin ardından bir müddet daha kullanılarak, padişahların ikamet ettiği Topkapı Sarayı’nın bahçelerine sarnıçtan su verilmesi mümkün hale gelmiş.
Yerebatan Sarnıcı 1985 yılında, İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından restore edilerek, 1987 yılında da müze olarak ziyarete açılmıştır. Yerebatan Sarnıcı’nın gerçekten mükemmel bir atmosferinin olmasının yanı sıra, tarihi dokusu ziyaretçilerini hemen etkisi altına almaktadır. Sarnıçtaki su seviyesi 25 cm ve 1 m arasında değişmekteyken, içlerinde tombul balıklar bulunmaktadır.
GORGONLAR VE MEDUSA
Sarnıcın kuzeybatı köşesindeki iki sütunun altında kaide olarak kullanılan iki Medusa başı, Roma Çağı heykeltıraşlık sanatının şaheser örneklerindendir. Bir yandan da bu sütunları ekleyenler Hristiyan olduğu için putperestliğe gönderme olmasın diye Medusa başlarını ters ve yan koydukları tahmin ediliyor.
Yaklaşık 1 470 yıllık tarihi ile birçok mitolojik efsaneyi de barındıran Yerebatan Sarnıcı’ndaki Medusa başlarının sarnıca nasıl ve ne amaçla getirildiği konusu da hala sırrını korumaktadır. Genç Roma Çağı’na ait antik bir yapıdan sökülerek getirildiği sanılmaktadır. Bu romantik ortamın sırrının yıllardır çözülememiş olması Yerebatan Sarnıcı’na olan ilgi ve merakı artırmaktadır.
2012 yılında tam 2 milyon kişi tarafından gezilen sarnıçta iki ayrı Medusa başı bulunuyor. Kim tarafından, ne zaman ve hangi amaçla sarnıca konuldukları yolunda net bilgi bulunmayan başlar hakkında farklı söylenceler var.
İstanbul, dünya tarihinin en önemli merkezlerinden biridir. Hal böyle olunca şehrin tarihi yapıları kadar bu yapılarla ilgili mitolojik efsaneler de kuşaklar boyunca aktarılarak bu günlere kadar gelmiş. Medusa ile ilgili iki farklı mitoloji vardır.
Yunan mitolojisindeki Medusa, saçlarının yerinde kıvıl kıvıl yılanlar olan, kendisine bakanları taşa çevirme gücüne sahip bir dişi yaratıktır. Mitolojinin erken dönemlerinde Medusa’nın doğuştan canavar olduğuna inanılırken, geç dönem ozanları, vaktiyle genç ve güzel bir kız olan Medusa’nın tanrıça Athena’nın tapınağında deniz tanrısı Posedion ile ilişkiye girdiği için Athena tarafından bir canavara dönüştürülmek suretiyle cezalandırıldığını söylerler.
Medusa, Roma Çağı heykel sanatı eserleri olan heykel başları ile ilgili bir başka söylenceye göre, Yunan Mitolojisinde yeraltı dünyasının dişi canavarı olan üç Gorgon’dan biridir.
Yunan mitolojisinde gorgonlar, başlarında saç yerine keskin dişli canlı yılanlar olan dişi canavarlardır. Bu canavarlar Medusa, Eurvale ve Stheno olmak üzere üç kız kardeştiler. Bu üç kız kardeşten yalnızca Yılan Başlı Medusa ölümlüdür.
Ancak, kendisine bakanları taşa çevirme gücüne sahiptir. Bu nedenle de öldürülmesi çok zor ve tehlikelidir. Gözlerine bakıp, taşa çevrilme ihtimali vardır. O dönemde büyük yapılarına ve özel yerleri kötülüklerden korumak amacıyla Gorgonların resim ve heykelleri yerleştiriliyordu. Medusa’nın da bu düşünceyle buraya, Yerebatan Sarnıcına konulduğu sanılıyor.
Medusa ile ilgili ikinci mitolojik bilgiye gelince; Kâinatın, Tanrılar tarafından bölüşüldüğü çağlarda, Medusa adında güzelliğiyle herkesi kıskandıran, aynı zamanda bütün tanrıları kendisine âşık eden bir kız yaşarmış. Medusa o kadar güzel bir kızmış ki yeryüzünde güzelliğiyle ona rakip olabilecek başka bir kadın bulmak mümkün değilmiş. Yeryüzündeki bütün kadınlar Medusa’yı kıskanırmış. Bu nedenle Medusa kendisine Tanrılara adamış ve iki kız kardeşi ile baş Tanrı Zeus’un en sevdiği kızı zekâ Tanrıçası Athena’ya ait bir tapınakta yaşarmış.
Athena’nın kocası Posedion da ölümlü olan Medusa’yı âşık olmuş, ama tanrılar katında küçümsenmekten korktuğu için gizlemiş aşkını. Ancak, bu durumu öğrenen Athena, kıskançlıktan çılgına dönmüş. Karısından saklamasına ve inkâr etmesine rağmen Posedion Medusa ’ya olan tutkusundan vazgeçememiş. Zorla da olsa Medusa’yı sahip olmuş.
Dünyalar güzeli Medusa harap bir halde tapınakta kalmaya devam ediyormuş ama bu olayı Athena’nın duyması da fazla zaman almamış. Athena, güçlü Posedion ’un bu yaptığı karşısında kendisini aşağılanmış hissetmiş. Bu hissi önce derin bir kıskançlığa, sonra da büyük bir sinire dönüşmüş. Öyle hiddetlenmiş, öyle hiddetlenmiş ki Medusa’yı çok acı bir şekilde cezalandırmaya karar vermiş. Kendi kendine demiş ki “Öyle birden öldürmeyeceğim onu ve kardeşlerini, onlara da önce büyük acılar çektirmeliyim. Tıpkı benim çektiğim gibi. Ve bu sinirle Medusa ve kız kardeşlerini birer ifrite çevirivermiş.
Dünyalar güzeli Medusa ve kız kardeşlerinin artık yüzleri o kadar çirkinmiş ki kimse bakmaya tahammül bile edemiyormuş. Medusa’nın gören herkesi bir mecnuna çeviren, en ufak bir yelde bile bütün telleri havalanan o güzelim saçlarının her bir teli bir yılana dönüşmüş. Bununla da yatışmayan Athena’nın siniri Medusa ’ya yine de bakmaya çalışan herkesi o bakışların taşa çevirmesini sağlamış.
Gel zaman git zaman Athena bu cezayla da yetinmemiş ve Medusa’yı öldürmek için Argos Kralı Akrisios’un kızı Danae’nin, Zeus’tan olma oğlu Perseus’la yani üvey kardeşiyle iş birliği yapmış. Perseus Medusa ’ya büyü yapıldığını sanarak başını kesmiş, savaşlarda düşmana başını tutarak birçok savaş kazanmıştı.