BULGARİSTAN GÖÇ ANILARINA GİRİŞ
Rahmetli babamın, 1 Mart 1951 tarihinde, Bulgaristan yetkililerine pasaport başvurusuyla başlayan Türkiye’ye göç ve Türkiye’deki göç yıllarının yazılması farz olmuştu. Belleklerimizin tazelenmesi ve korunması gerekiyordu. Gerekiyordu çünkü, anılarımı yazmak, benim için yeniden doğmak olacaktı.
Anılarımı yazmaya karar verdiğimde, baba tarafından soyağacı olarak hafızamda sadece, babamın babası, dedem Mustafa Durgud vardı. Ana tarafından da aşağı mahallede bulunan Halil dedem, nenem, dayılarım ve teyzemdi.
Babam, babasının adını soyadı olarak kullandığından, Bulgaristan’da Ahmet Mustafa Durgud ailesiydik. Ailemiz ile bağlantılı olarak Mustafa Amcam, adını bile anımsayamadığım halam, adını anımsayamadığım babaannemdi.
Daha fazlası için belgelere ihtiyacım vardı.
2018 yılının yaz başlangıcında, Başbakanlık Nüfus İşleri Genel Müdürlüğünden soyağacım ile göç evraklarımı istedim. Yaklaşık üç ay sonra gelen evraklardan ilk edindiğim bilgi hafızamızın/belleklerimizin yok edildiği yönündeydi. Nedeni de Türkiye’de, göçmen kabul yerlerinde soyadlarımızın değiştirilmiş olmasıydı.
Babam, soyadı olan Mustafa Durgud adı yerine, ‘’Akıncı’’ soyadını alınca ‘’Ahmet Akıncı’’ Ailesi olmuştuk.
Gelen evraklarda soyağacımız, ‘’Akıncı’’ soyadına kadar gidiyordu. Ahmet Akıncı aile kütüğünde anam, babam ve kardeşlerim Mustafa ile Şaban dışında bilgi yoktu.
Hem ana hem de baba tarafındaki büyükbabalar, anneanneler, babaanneler, dayılar, teyzeler, yeğenler yok olmuştu. Kısaca soyağacınız yok edilmişti.
Gelen evrakların birinden, rahmetli babam tarafından, Bulgar makamlarına 1 Mart 1951’de pasaport için başvurulduğunu anlamıştım.
Böylelikle göç hareketimizin başlangıç tarihi 1 Mart 1951 oluyordu.
Pasaport alındığı gün Türkiye’nin Sofya Büyükelçiliği Preslav Konsolosluğu tarafından, 27 Şubat 1952 tarihine kadar geçerli olmak üzere, Serbest Göçmen Vizesi verilmişti.
Babam Ahmet Mustafa Durgud’a; eşi Emine ve üç çocuğu Mehmet, Mustafa, Şaban için verilen Serbest Göçmen vizesinde gideceği yer olarak da Aydın İli gösterilmişti.
Bir başka evrakta ise, Edirne Toprak İskân Müdürlüğü’nce, 27 Nisan 1952 tarihine kadar doğum kâğıdı yerine geçmek üzere, 27 Nisan 1951 tarihli muhacir kâğıdı verilmiş olduğu görülüyordu.
Muhacir kâğıdında, bakım ve barınağı İl’e ait olmak üzere, Maraş’a gönderileceğimiz yazmaktaydı. Gideceğimiz yer önce Aydın iken sonra Maraş olmuştu. İyi olmamıştı…
Türkiye Cumhuriyeti Tarım Bakanlığı Edirne İli Toprak ve İskân Müdürlüğü’nün 30 Nisan 1951 tarih ve C-269 sayılı yazılarıyla T.C vatandaşlığına kabulümüz istenmekteydi. Bu yazıda da Serbest Göçmen olarak Türkiye’ye geldiğimiz, henüz Maraş’a gitmediğimiz halde, Maraş’ta oturduğumuz belirtilmekteydi.
İskânlı Göçmen olarak kabul edilmemiştik. İskânlı göçmenler çiftçilik yapabilecekleri Aydın, Bursa gibi yerlere toprak ve barınak verilerek yerleştiriliyordu.
Türkiye Cumhuriyeti Bakanlar Kurulu’nun 31 Mayıs 1947’de kabul ettiği Kararnamenin 1. ve 2. maddeleri Bulgaristan Türklerinin göçü ile ilgiliydi. Türk Hükumeti Balkanlardan toplu olarak göçmen alma işini daha elverişli bir zamana bırakıyordu. Bulgaristan’dan Türkiye’ye toplu olarak iskânlı göçmen alınmayacaktı. Buna karşılık serbest göçmen vizesiyle gelenler ve mülteciler kabul edilecek ve Türk vatandaşlığına alınacaklardı.
Bir başka deyişle, Türk Hükümetinden yardım almayacak olanlar, yani Serbest Göçmen statüsünde olanlar, Türk Vatandaşlığına alınacaklardı.
Gönüllü geldiğimiz için bütün mal varlığımızı Bulgaristan’a bedelsiz olarak bırakmıştık. Serbest Göçmen olarak geldiğimiz için de Türk Hükümetinden bir talepte bulunamayacaktık. Bulunmadık ta…
Hangi kabul edilemez uygulamalar ve zorluklar vardı ki, Bulgaristan’daki bütün mal varlığımızı bedelsiz olarak bırakıyor, cebimizde beş kuruş olmadan Serbest Göçmen olarak Türkiye’ye gidiyorduk?
Sorusunun yanıtını babam, ”Dinimizi, gelenek ve göreneklerimizi kurtarmak için.” Demişti. Kurtarabilmiş miydik? Samimi bir dindar olan babama göre kurtarmıştık.
Göçmen olmak zordu…
Türkiye’de yerleşik düzen kuruncaya kadar, yaklaşık 30 yıl sürekli göç yaşadık.
Aynı Dil, aynı Gelenek ve Görenekler ve ortak Dini İnanışlar olmasına rağmen Bulgar muamelesi gördüğümüz, geldiğiniz yere geri dönün dendiği zamanlar oldu.
Bu nedenle, göç sonrasındaki yaşam serüvenimizle birlikte, göç ve göçmenliğin ne olduğunu” ANILAR’’ başlığı altında bir yazı dizisi haline getirerek anlatmalıydım.
Anılarımı yazarak yeniden doğmuş olacağım bilinciyle yazmaya başladım.
BALKANLARA GÖNÜLLÜ VE ZORUNLU GÖÇLER
Bazı tarihçilere göre Bal ve Kan anlamına da gelen Balkanlar, aslında Dağlık ve Ormanlık yer anlamına gelmektedir. Karadeniz ile Adriyatik Denizi arasındaki dağlık ve engebeli sahalar oluştururlar. Günümüzde çoğunlukla Makedonya, Kosova, Bulgaristan, Yunanistan, Bosna-Hersek ve Romanya’da yaşayanlara Balkan Türkleri denilmektedir.
Osmanlı Beyliği 1300’lü yıllarda Bizans’a yakın sınır bir bölgede ortaya çıktı. Rumeli’ye geçiş, Osmanlı Devleti’nin büyümesinde en etkili rolü oynadı. Gelişme Rumeli’de gerçekleşmiş, Edirne Osmanlının İkinci Başkenti olmuştu. Bu nedenle Osmanlı Devleti, Rumeli güdümlü bir Türk- İslam Devletiydi.
Bugün Anadolu ve Anavatan olarak kabul ettiğimiz pek çok şehrimizin fethi, Rumeli’de fethedilen pek çok şehirden sonra olmuştur.
Osmanlı, Rumeli’deki varlığını güçlendirmek ve sürdürebilmek için, Anadolu’daki pek çok Türkmen grubunu sürgünler ve iskânlar neticesinde Rumeli’ye yerleştirdi. Rumeli’ye yerleşecek olan Türk ailelerinin öncelikle gönüllü olması istenmiş, gönüllü olmadıkları takdir de zorla sürgün edilerek fetih edilen bölgeye iskân ettirilmişti.
14. yüzyıl ortalarında Türklerin Rumeli’ye geçişi, Balkanlar’ın tarihinde önemli bir dönüm noktası olmuş, Osmanlı Devleti büyümüş ve 600 yıl sürecek bir imparatorluğa dönüşmüştü.
Balkanlar’ın dağlık ülkelerinden biri olan Bulgaristan’da kurulmuş olan İkinci Bulgar İmparatorluğu 14. yüzyılın sonlarında dağılmış, ortaya çok sayıda küçük krallıklar çıkmıştı. Osmanlı bu durumu fırsat bilip, Bulgar İmparatorluğu’nun topraklarını fethe başlamıştı.
1389’da Çandarlı Ali Paşa tarafından fethedilen Şumnu bölgesi, ki doğduğum Karagözler Köyü de bu bölgede yer alıyordu. Osmanlı döneminde stratejik önem taşıyan askeri üslerden biriydi.
Şumnu bölgesine yerleştirilen Türkler ve Türkmenler Osmanlının ileri karakolu olmuş, Viyana’ya doğru büyümesini sağlamıştı.
93 Harbi ile Tersine Sürgün
Daha çok 93 Harbi olarak bilinen, 1877–1878 Osmanlı Rus Harbi yaklaşık bir yıl sürmüştü. Rus orduları önemli bir dirençle karşılaşmadan Yeşilköy’e kadar ilerlemiş, Osmanlı Devleti Ayastefanos Antlaşması’nı imzalamak zorunda kalmıştı. Rusya bu antlaşma ile Bulgaristan Krallığı’nın kurulmasının yanı sıra Ardahan, Artvin, Kars, Doğubeyazıt, Eleşkirt ve Batum Rusya’ya bırakılacak, Boğazlar barış ve savaş zamanlarında bütün gemilere açık olacak ve Osmanlı Rusya’ya savaş tazminatı olarak 245 milyon Osmanlı Altını ödeyecekti.
Batı Avrupa ülkelerinin bu antlaşmanın koşullarından hoşnut kalmamaları nedeniyle antlaşma geçerliliğini yitirdi ve Berlin Antlaşması imzalandı. Berlin Antlaşmasıyla Osmanlının Tuna Vilayeti ’nin Sofya, Vidin, Rusçuk, Tırnova ve Varna Sancakları üzerinde küçük bir Bulgar Prensliği kuruldu.
Avrupalı devletlerle birlikte Rusya Osmanlının Rumeli’den çıkması için her şeyi yaptı. Böylece Rumeli ve Balkanlarda bulunan Türkler Anadolu’ya dönmeye başladı. Osmanlının güçlü olduğu dönemde Anadolu’dan Rumeli’ye ve Balkanlara akan göç, zayıf düştüğünde tersine döndü.
Rusya, Balkanlarda Panslavizm politikasını uyguladı ve bölgede Osmanlı’ya karşı Balkan uluslarını isyanlar çıkarılmasını sağladı. Bulgar milli devletinin kurulmasında etkili bir rol oynayan Rusya, Balkan milli devletlerinin kurulması ve şekillenmesi açısından, Türklerin Balkanlar’dan Anadolu’ya göçünü adeta zorunlu hale getirmişti.
Balkanlarda kurulmak istenen devletlerin gerçek hüviyetine kavuşabilmesi, bölgeden bir an önce Türklerin gitmesine bağlıydı. Osmanlı Devleti, neredeyse, kaybettiği her savaş sonrasında, kaybettiği topraklarından oldukça fazla göçler aldı. Bu yüzden en çok Türk göçleri Balkanlardan oldu. Karagözler sakinlerinden bazıları olan bizler de artçıları olarak geri dönüşü sürdürdük ve sonraki yıllarda da sürecekti.
Türkiye’de “93 Harbi Muhacereti”, “1924 Mübadelesi” ve “89 Göçü” en çok bahsedilen göçlerdi. 93 harbi en ağır sonuçlarından biriydi. Yaşanan büyük insani dram dolayısıyla Balkanlar’da ve Kafkasya’da sayıları bir milyonu aşkın Osmanlı vatandaşı mülteci konumuna düşmüştü.
1389 yılında girdiğimiz Bulgaristan, 1878’de gerçekleşen Bulgaristan’ın bağımsızlığına kadar, yaklaşık 600 yıllık bir zaman Osmanlı hakimiyetinde kalmıştı. 93 harbinden sonra çıkmak zorunda kaldık. Türkler de Bulgar Prensliği sınırları içinde kaldığından “Bulgaristan Türkleri” adını aldılar.
Yüzyıllarca hiç durmadan devam etmiş olan Türk göçleri belli aralıklarla hala tekrarlanmaktaydı.