Göç kavramı ile tanışıyorum



5 Mart 1951 Pazartesi, Karagözler…

Alaca karanlıkta gözümü araladığımda anam evdeki sobayı çoktan yakmıştı. Babam bir köşede sabah namazını kılıyordu. Odun sobasının önündeki hava deliğinden çıkan ateşin alevi beyaz badanalı duvara, duvardan da tavana yansıyarak odayı aydınlatıyordu.

Kuzine sobasıydı yanan ve odayı aydınlatan… Üzerine en az iki tencere sığan kuzine sobalarının fırınları da vardı. Ekmek, börek, yemek pişirmenin yanı sıra mükemmel ısınma araçlarıydı kuzineler. Soba borularını, odanın genel havasını bozmayacak şekilde, odada dolaştırdığınızda üretilen ısının oldukça büyük bir bölümü odanın sıcaklığını arttırmak için kullanılırdı.

Gerinerek yatakta yan döndüm, biraz daha uyumak istiyordum. İstiyordum ama uykum da bitmişti. Evimizi gözden geçirdim.

Biri kiler olarak kullanılan üç odalı evimizin sadece bir odasında soba yanıyordu. Kışın hem oturma hem de yatak odası olarak kullandığımız kuzineli odaya serilmiş olan yataklardan birind, üç kardeş yan yana aynı yorgan altındaydık.

Babamın namazı bitirdiğini gören anam, ”kalkın artık, yataklar toplanacak, kahvaltı edilecek ve bazı hazırlıklar yapılacak” dediyse de ancak soba iyice harlayınca kalkıp giyindik. Kara şalvar, evde örülmüş yün kazak ve yün çorap…

İlkbaharın başlangıcı mart ayında olmamıza rağmen, sanki Kara kışın tam ortalarıydı ve korkunç bir soğuk vardı. Pek görülmeyen bir durumdu. Kar ve tipi yüzünden evden pek çıkamadığımız zamanlardı. Böyle bir havada neyin hazırlığı yapılacaktı? 

Kahvaltıdan sonra babam, arkadaşlarla göç belgelerini konuşacağız diyerek, evden çıktı. Babam çıktıktan sonra ”Ana, göç de nereden çıktı, neyin hazırlığı yapılıyor?” Dedim. ”Türkiye’ye göç hazırlıkları var yavrularım.” Dedi.

Babamın geçen hafta Preslav Konsolosluğu’na gittiği konuşulmuştu ama, Türkiye ve göç olayı ilk kez konuşuluyordu.

Anamın neden göç dediğini de pek anlamamıştım üstelik. Anama ayak bağı olmamak ve mahalle arkadaşlarımla kartopu oynamak için dışarı çıktım…