Nisan 1962 Cumartesi, İstanbul…
İlkokuldan itibaren öğrenciliğim süresince, eğitim gördüğüm şehirlerle bütünleşmeye ve kültür varlıklarını tanımaya çalıştım.
Üç yıl eğitim görme ayrıcalığına eriştiğim İstanbul derya içinde derya olup, dünyanın en büyük kültür hazinelerinden biriydi.
Tarih Öğretmenim Niyazi Akşit’in de önerisiyle İstanbul’un atası Bizantion ve Konstantinopolis’le birlikte tanımalıydım.
İstanbul’un fethinden önceki atası Konstantinopolis’in kurucusu Büyük Konstantin Şubat 272’de Sırbistan’da doğmuştu.
Roma İmparatorluğu’nun Tetrarşi olarak adlandırdıkları dörtlü yönetim döneminde babası da yöneticilerden biriydi.
Babasının ölümünden sonra yerini alan ve zamanla bütün hasımlarını ve Doğu Roma’yı yöneten Jüstinye’ni de yendikten sonra Roma İmparatorluğu’nu n tek hâkimi oldu.
Roma İmparatorluk tarihinde “Büyük” unvanı ile anılan tek imparatordu. İstanbul’u imparatorluğun başkenti yapmasının yanı sıra Hristiyanlığı Roma’nın resmi dini yapmıştı.
Böylelikle imparatorluğun dağılmasını da önlemişti.
Konstantin, Megaralı Kral Byzas ’ın kurduğu Bizantion şehrini, yaklaşık 1000 yıl sonra yeniden kurarak, kaderini sonsuza dek değiştirmişti.
11 Mayıs 330 yılında Büyük şehirlerin kraliçesi dediği Bizantion’a taç giydirerek, Roma’nın yeni başkentini tüm dünyaya ilan etti. Adını da Konstantin’in şehri anlamında Konstantinopolis koydu. Artık doğunun ve batının kalbi Konstantinopolis’te atacaktı.
Yeryüzünün en kudretli imparatorluğuna yaraşır bir başkent yapmak için şehrin yapılanması ve imarı için bizzat kendisi ilgilendi.
Yeni caddeler, sokaklar, kiliseler, forumlar, senato binaları, saraylar, tiyatrolar, hamamlar, su kemerleri, sarnıçlar, surlar ve meşhur hipodromu yaptırdı.
Eski Başkent Roma’yı bile geride bırakabilmek için imparatorluk sınırları içindeki antik şehirlerden antik eserleri Konstantinopolis’te topladı.
Bazılarını eski hipodrom Sultanahmet Meydanı’nda görmek mümkündür. Günümüze kadar gelebilenlerden bazıları Örme Dikilitaş, Mısır’dan getirtilen Obelisk, Delfi’deki Apollon tapınağında getirilen Yılanlı Sütun ’dur.
Konstantin imparatorluk başkentini Doğu Roma’ya, Konstantinopolis’e taşırken ‘’Sıfır Noktası’’ olan Milyon Taşını da taşımıştı.
Kendini evrenin merkezi kabul eden imparatorlukların en ihtişamlısının Başkentini taşırken dünyanın merkezi kabul edilen ‘’Sıfır Noktası’’ da yanlarında getirilmişti.
Sultanahmet Meydanı’nda, Yerebatan Sarnıcı Caddesi ile Divanyolu Caddesi’nin kesiştiği köşede bulunan tarihi Million anıtı ya da ‘’Sıfır Noktası’’ yeni dünyanın merkezi olmuştu.
Başta imparatorlukların şehirleri olmak üzere, dünyadaki bütün ülkelerin başkentlerine ve önemli şehirlerine olan uzaklıkları Milyon Taşından başlayarak ölçülmekteydi.
Konstantin’in Yeni Roma’sı kurulurken, Konstantinopolis’te ana ulaşım hatları belirlenmişti.
Günümüzde Milyon Taşı’ndan hareketle Divanyolu Caddesi’nin Aksaray’a kadar olan bölümü İmparator Yolu olarak planlanmıştı. Orta yol, ana yol anlamında ‘’Mese’’ olarak tanımlanmıştı.
Mese ya da İmparatorluk Yolu Roma Klasik şehircilik anlayışının önemli unsurları olan revaklı caddeler, ortasında arabaların ve atlıların geçebileceği bir yol, iki tarafında üzerleri sütun dizilerinin taşıdığı revaklarla örtülü geniş yaya kaldırımları ve bunların arkasında sıralanan dükkânlardan oluşmaktaydı.
Sultanahmet’teki Agustus Meydanı ile Konstantin forumları arasındaki revaklar ve dükkânlar iki katlı olarak inşa edilmişlerdi.
Yollar Roma’nın yükselişinin temel taşları olmuştu.
Roma İmparatorluğu’nun ana ve kılcal damarlarını oluşturan yollar içinde birinci sırayı Konstantinopolis’teki ‘’Sıfır’’ noktası olan Milyon Taşından başlayıp, Divanyolu Caddesi boyunca Bizans surlarındaki Altın Kapı ’ya kadar uzanan İmparatorluk Yolu, tarihi Egnatya Yolunun bir parçasıydı.
Egnatya Yolu ya da Via Egnatia M.Ö. 2. Yüzyılda Roma Cumhuriyeti tarafından inşa edilen 1120 km uzunluğundaki yoldu.
Roma’nın kolonilerine ulaşmasını ve ticaretin zenginleşmesini sağlayan en önemli yollardan biriydi. İpek yoluna bağlanmasını da sağlamaktaydı.
Arnavutluk’un Dıraç ilinden başlayarak Selanik’e kadar uzanan Egnatia, Trakya Bölgesi’nden geçerek Yedikule Altın Kapı’dan İstanbul’a ulaşıyordu.