Köyden kente göçün sembolü haline gelen Haydarpaşa Garı, otobanların hayatımıza henüz girmediği 1950-1960’lı yıllarda gurbetçilerin Anadolu’dan İstanbul’a varış noktasıydı. Sıralanmış peronlar onlarca yıldır coşkulu kavuşmalara sahne olduğu gibi, sessiz ayrılıklara ve hayallerin yıkılmasına da tanıklık etmiştir.
Benim için de coşkulu bir kavuşma sağlamıştı Haydarpaşa Garı. 1961 yılında, Çapa Öğretmen Okulu Müzik Semineri bölümüne başlangıç noktası olmuştur.
Türkiye ve İstanbul’un simgelerinden Tarihi Haydarpaşa Garı, 100 yılı aşkın süredir, başta İstanbul olmak üzere, Batının Anadolu’ya açılan kapısıdır. Sadece Anadolu’ya açılan kapı değil, Bağdat’a kadar uzanan bir demiryolu hattının başlangıç istasyonudur.
Dönemin padişahı II. Abdülhamid’in emriyle, gar binasının yapımını, 1906 yılında Anadolu Bağdat adlı Alman şirket üstlenmiş ve 1908 yılında bitirmiştir. İki Alman mimar Otto Ritter ve Helmuth Cuno tarafından hazırlanan proje için, her biri 21 metre olan 1.700 kazık denize çakılmıştır.
Kazıklar üzerine oluşturulan platformda yapımı başlanan Haydarpaşa Garı için, İtalya’dan dönemin tanınmış taş ustaları getirtilmiştir. Haydarpaşa’nın çatısı Alman mimarisinde kullanılan “dik çatı” şeklinde ahşap ile yapılıp, lifler ve çimentodan oluşan arduvaz çatı örtüsü ile kaplanmıştır.
Çatıda ön cepheye açılan odalar yapıldı. Ortadaki odanın üstünde, garın ünlü saati ve saatin de hemen üstünde kartal arması oluşturulmuştur. Kartal, aslında Alman demiryollarının armasıydı. Garın tepesinde bu arma zamanla düzenlenip, kanatlı tekerleğe dönüştürülerek, TCDD’nin Amblemi olmuştur.
Gara kuşbakışı bakıldığında bir bacağı uzun, diğer bacağı kısa bir “U” harfi şeklinde olduğu görülecektir.
Yapıda Hereke’den getirilen açık pembe renkli granit taşlar kullanılmıştır. Zemin kat ve asma katlarda Lefke-Osmaneli taşından cephe kaplaması kullanılmıştır. Binanın Selimiye cepheli duvarının bazı kısımları taş kaplama, bazı kısımları da sıvalıdır.
Odaların içinde bulunduğu “U” şeklindeki koridorların her iki kolu da kara tarafında bulunuyor. İç tarafta kalan boşluk ise iç avluyu oluşturuyor. Garın iç tarafı da dışı kadar görkemli olup, odaların tavanları tek tek kalem işi nakışlarla süslendi, tavanların dört köşesine de o zamanlar demiryollarının amblemi olan kanatlı tekerlekler resmedilmiştir.
Saçak kornişiyle, ikinci ve üçüncü kat kornişleri içinde kalan kısımda ahşap dikdörtgen pencereler bulunuyor. Pencereler arasında dikdörtgen süs kolonları yer alıyordu. Ayrıca dış cephe çeşitli geometrik desenler ve çiçek desenleriyle süslenmişti. Denize cephesinde, yapının her iki ucuna denk gelen yerlerde, dairesel kuleler var ve bu kuleler tabandan çatıya doğru daralıyordu.
Çok sağlam inşa edilmiş olan gar binasının şiddetli bir depremde bile zarar görme ihtimali yok denecek kadar az olduğu söylenmişti.
Haydarpaşa Garı sadece yolcu ve tren peronlarından ibaret olmayıp, etrafında birçok önemli yapıyı barındırmaktadır. Bunların en önemlisi gar önünde bulunan iskeledir. Osmanlı’nın son dönemleriyle Cumhuriyet’in ilk dönemlerinde, önemli yapılara imza atmış ünlü mimar Vedat Tek tarafından yapılmıştır.
Dış cephesinin çini işçiliği, dönemin tanınmış sanatçısı Kütahyalı Mehmet Emin Usta tarafından 1915 yılında yapılmıştı. Çinileriyle, süsleme sanatları içinde ayrı bir yeri olan, Osmanlının bu alandaki son ve önemli eserlerinden iskelenin denize bakan cephesinde, kapı üzerinde “Haydarpaşa” ibaresi bulunmaktaydı. Kırıldığı için kaldırılan kitabeli pano yerinden kaldırılmıştır.
Gar sınırları içerisindeki diğer önemli yapı da Osmanlı ve Cumhuriyet dönemlerinin önemli mimarlarından Mimar Kemaleddin tarafından yapılan Muhacir Misafirhanesidir. Gar alanı içinde bulunan Askeri Karakol günümüze kısmen ulaşabilmiş diğer önemli bir yapıdır. 1917’de Haydarpaşa Garı’ndan sevk edilmek istenen askeri cephaneliğin patlaması sonucu kubbeli giriş kısmını ve köşe saçaklarını kaybetmiştir.
*****
11 Eylül 1961 Pazartesi, Haydarpaşa…
Konya Ereğlisi’nden bindiğimiz trenle yaklaşık 10 saatlik bir yolculuktan sonra Haydarpaşa Garı’na girmiştik. Üç imparatorluğa başkentlik yapmış bu tarihi ve gizemli kentle tekrar buluşmuştum 10 yıl sonra. İlk kez 1951 yılında, Bulgaristan göçü sırasında, Edirne’den Maraş Elbistan köylerine giderken tanışmıştım Haydarpaşa Garı ile.
Beni İstanbul’la ikinci kez buluşturan Kara trenden inip elimdeki tahta bavulla Haydarpaşa Garından çıkmış, merdivenlerin üstünden Marmara Denizi ve Tarihi Yarımada’ya bakmıştım.
Yıllar sonra farkına varacaktım. Nazım Hikmet’in Memleketimden İnsan Manzaraları şiirindeki,
Merdivenlerde duruyordum,
bir şeyler düşünerek
Haydarpaşa Garında
1941 baharı saat on beş
merdivenlerin üstünde güneş
yorgunluk ve telaş
Bir adam
merdivenlerde duruyor
bir şeyler düşünerek
Nazım Hikmet
Çapa Öğretmen Okulu Tarihi Yarımada’da, Çapa semtindeydi. Düşündüğüm şey, Çapa Öğretmen Okulu’na nasıl gideceğim? Sorusuydu.