İstanbul’un tarihi boyunca; Altın Boynuz olarak da adlandırılan Haliç’in iki yakasını Galata Köprüleri birleştirmiştir.
Köprünün kuzeybatısında Haliç, kuzeyinde Karaköy ve Galata, doğusunda İstanbul Boğazı ve güneybatısında ise Eminönü ile birlikte; Topkapı Sarayı, Ayasofya, Sultanahmet Camisi ile Sultanahmet meydanı, Sarayburnu, Gülhane Parkı gibi semt ve mekanların bulunduğu tarihi yarımada yer alır.
Tarihi yarımada, 1 400 yıl boyunca imparatorluklara ev sahipliği yapmıştır.
Galata Kulesinden köprüye bakıldığında; dünyada bir eşi ve benzeri olmayan muhteşem İstanbul silueti karşımıza çıkar. Seyrine doyum olmayan bir görüntüdür İstanbul silueti.
Köprünün sağ tarafında ise Haliç ya da Altın Boynuz, bütün görkemiyle belirir ve bir daha silinmemek üzere, beynimizdeki ekrana kazınır.
İstanbul Silueti ayı zamanda İstanbul’un markasıdır. Tarihi yarımadadaki Topkapı sarayı ile birlikte; Ayasofya, Sultanahmet ve Süleymaniye camilerini barındırır içinde.
Bizans tarihçilerine göre, Haliç üzerinde ilk köprü, 6. Yüzyılda I. Justinianus devrinde yapılmış. İlk köprünün Haliç’teki yeri tam olarak bilinmemekle birlikte, Eyüp ile Sütlüce arasında olduğu tahmin edilmektedir.
Osmanlı İmparatorluğu döneminde; Haliç üzerinde ilk köprü yapma girişimi, Sultan II. Bayezid tarafından yapıldıysa da olumlu bir sonuç alınamamıştır.
Bu arada, Leonardo da Vinci, II. Bayezid’e bir Haliç Köprüsü tasarımı sunar. Tasarımı teknik olarak yapma olanağı olmadığından, reddedilir.
Aradan 350 yıl geçtikten sonra, Bezmialem Valide Sultan tarafından 1837 yılında,” Valide Köprüsü” adı verilen ilk ahşap köprü yapılmıştır. Valide Köprüsünün yetersiz kalması üzerine, 1845 yılında, Sultan Abdülmecit Han tarafından daha sağlam ve daha geniş bir köprü yaptırılmış.
Ahşap dubalar üzerine oturtulan 500 metre uzunluğundaki bu köprüden geçişlerde, ilk üç gün para alınmamış, sonraki günlerde paralı hale getirilmiş. Paralı uygulama1930 yılına kadar sürdürülmüş, bu tarihten sonra paralı geçiş sona erdirilmiş.
Abdülmecid hanın köprüsü 18 yıl kullanıldıktan sonra, yerine, Sultan Abdülaziz’in emriyle, yabancı bir firmaya, 24 duba üzerine oturtulan madeni bir köprü yaptırılmış. 480 metre uzunluğunda ve 14 metre genişliğindeki bu köprünün 1912 yılına kadar kullanıldığı söylenmektedir.
Bundan sonraki köprü, Alman firması MAN tarafından, 466 metre uzunluğunda ve 25 metre genişliğinde yapılmış ve 1992’deki yangına kadar bu köprü kullanılmıştır.
Son köprü ise, bir önceki köprünün birkaç metre kuzeyinde, STFA şirketi tarafından yapılmıştır. Genişliği 42 metre olan köprüde, her iki yöne doğru üç şeritli motorlu taşıtlar yoluyla, yaya yolu yolları da bulunmaktadır.
Köprünün ortasındaki iki şerit tramvaylara ayrılmıştır. 80 metrelik kısmı açılabilen ve üzerinden tramvay geçebilen, dünyadaki ender birkaç baskül köprüden biridir.
Eminönü ayağı ve yakın çevresi
Galata Köprüsünün güney ucunda bulunan Eminönü, İstanbul’un” Tarihi Yarımadası” olarak bilinen bölümünde yer almaktadır. Kuzeyden Haliç, güneyden Marmara Denizi, doğuda İstanbul Boğazı, batıda ise Fatih ve Zeytinburnu ilçeleriyle çevrilidir.
7 Mart 2008 kadar ilçe konumunda olan Eminönü, bu tarihteki bir yasal düzenlemeyle, Fatih İlçesinin bir mahallesi durumuna gelmiştir.
Eminönü’nü de içine alan” Tarihi Yarımada” İstanbul’un var olma nedenidir. Bu adı almasının nedeni, coğrafi konumudur. 14 yüzyıl boyunca, eski dünyanın yarısını yönetenlerin yerleşim birimi olmuştur.
Sınırları içerisinde; Topkapı Sarayı, Ayasofya, Sultan Ahmet, İstanbul Üniversitesi, kapalı çarşı,Sirkeci, surlar, Fatih İlçesi bulunmaktadır.
Galata Köprüsü’nden Eminönü Meydanına baktığımızda; ilk göze çarpan, deniz kıyılarındaki Sultan Camilerinin en görkemlisi olan” Yeni Cami” ya da” Valide Sultan Camisi” karşımıza çıkar.
Sultan III. Murat’ın eşi Safiye Sultan adına, 1597 de Mimar Davut Ağa tarafından yapımına başlanan caminin yapımı 66 yıl sürmüştür.
Çok büyük bir alana yayılmış olan Turhan Valide Sultan Camisi ve külliyesi, kuzey batısında külliyenin bir parçası olan Mısır çarşısı ile komşudur.
Valide Sultan Camisi’nden batıya doğru ilerlerseniz, Rüstem Paşa Camisi ve Ahi Ahmet Çelebi Camisi’yle karşılaşırsınız. Aralarında, geride bir yerde, Hatice Turhan Sultan Türbesi vardır. Önlerinde, Haliç kıyısında ise; İETT otobüs duraklarıyla birlikte, balık ekmek satan tekneler bulunur.
Balık ekmek ile yanında alacağınız ayran ya da kolalı içeceklerin fiyatı kesenize uygun olduğu gibi, yedikleriniz de oldukça lezzetlidir. Günün her saatinde, balık ekmek satan teknelerin çevresi dolu ve insanlar kuyruktadır.
Hele hele, kuyrukta, yarım saate yakın beklemişseniz, yediğiniz balık ekmeğin lezzetine doyum olmaz.
Balık ekmeğinizi yedikten sonra, Atatürk Köprüsü/Unkapanı Köprüsü tarafına yürürseniz, Eminönü gezinti iskelesi karşınıza çıkar. Buradan binilecek gezinti vapurlarıyla; Haliç turu yapabileceğiniz gibi, İstanbul Boğazına çıkarak, Fatih Sultan Mehmet köprüsünü de içine alan bir boğaz turu da yapabilirsiniz.
Eminönü Meydanı’ndan Sarayburnu tarafına yönelirseniz; Boğaz vapur iskelesi, İDO iskelesi ,Karaköy-Harem arabalı vapur iskelesi ve Kadıköy iskelesine rastlarsınız.
Bu iskelelerdeki vapurlardan birine binerek, hem muhteşem bir boğaz turu yapabilir, isterseniz, Marmara denizindeki Kız kulesine uğrayarak, kafelerden birinde, İstanbul’a panoramik bir bakışla birlikte şarabınızı da yudumlayabilirsiniz.
Galata Köprüsü üzerinde amatör balıkçılar
Amatör balıkçılık; yorucu ve stresli işlerde çalışanlarla, emeklilerin rahatlama ve zamanlarını verimli geçirme yöntemlerinden biridir.
Hobiler, insanları hayata bağlar ve yaşama sevinci verir. Üzerinizdeki gerginliği yok eder, asıl işinizdeki verimliliği arttırır.
Emekliyseniz ve hobileriniz yoksa; ya sıkıntıdan patlar, her şeye kızar, mutsuz olursunuz ya da kahve köşelerinde kağıt oynayarak zaman geçirmeye çalışırsınız. Ya da parklarda, etrafa boş boş bakarak ölümü beklersiniz.
Bence, en iyisi; müzik, resim, fotoğrafçılık ya da olanaklar elveriyorsa amatör balıkçılık gibi hobiler oluşturmalı yaşama sevinci için.
Ben, on binlerce fotoğraf çekerek, çektiğim fotoğrafları gezi ve tanıtım yazılarımda kullanarak küresel bazda bir blogger oldum.
Köprünün Eminönü ayağından Karaköy tarafına yürüyüp, edindiğim fotoğrafçılık hobim gereği, fotoğraf çekerken; tuttukları ve tutacakları balıklar üzerine sohbeti koyulaştırmış amatör balıkçılara yanaştım biraz çekinerek.
”Rastgele, şansınız bol olsun” dedikten sonra, ucundan kıyısından da olsa, bir süre sonra sohbetlerine katıldım.
Yanaştığım amatör balıkçılar, bir taraftan oltalarını kontrol ediyor, diğer taraftan muhteşem bir manzarası olan Haliç ve Haliçteki gezinti teknelerindeki müzik şölenine kulak kabartarak neşelerine neşe katıyorlardı.
Benim de amatör bir balıkçı çırağı olacağıma inandıklarından olsa gerek, amatör balıkçılığın alfabesini anlatmaya çalışıyorlar.
Amatör balıkçılıkta, özellikle Galata Köprüsünde olduğu gibi; karada yapılan balık avında, en sık kullanılan yöntemlerden birinin” çapari ile avlanmak” olduğunu söylüyorlar. 8-10 tane kancanın sırayla bağlanmasından oluşan olta takımına” çapari’ ‘diyorlar.
Kancalara; horoz, hindi, kaz tüyleri takılarak, suyun altındaki balıklara,” yavru balık sürüsü” izlenimi verdiriliyor. Amatör balıkçı da oltasını aşağı yukarı, hafif hafif sallayınca, tutulmak istenen balıklar yavru balık sürüsünü yemeye kalkıyor ve zokayı yutuyorlar.
Köprü altındaki kafe ve lokantalar
İstanbul’un en popüler bölgelerinden biri olan Galata Köprüsünün altında yer alan restoran ve kafelerde Sarayburnu’na hakim bir yere oturarak; dünyanın başka bir yerinde olmayan, İstanbul’un eşsiz ve muhteşem siluetinin keyfini çıkarmalısınız.
İçeceğiniz bir kadeh şarap ya da bira ile keyfinizi taçlandırabilirsiniz. Ben de aynen öyle yaptım. Soğuk bir bira eşliğinde, Sarayburnu ve İstanbul Boğazını huşu içinde seyrederken kendimden geçtim.
Yıllar önce, Sultan Ahmet Meydanını gezdikten sonra Gülhane Parkına girmiştim. Parkı dolaştıktan sonra, Sarayburnu tarafından çıkmış ve rastladığım bir simitçiden aldığım simitle, kıyıdaki kafelerden birine gitmiştim.
Boğaziçi Köprüsünün panoramik görüntüsü eşliğinde, gelen demli çayla simidimi yemiş, sonra da, yürüyerek Eminönü meydana ulaşmıştım. Eminönü meydanı her zamanki gibi kalabalıktı.
Bir taraftan balık ekmek alarak, Boğaz turuna katılmak isteyenlerin telaşlı koşuşturmaları, diğer taraftan Anadolu yakasındaki değişik semtlere gidecek olanların iskelelere koşmaları görülmeye değerdi.
Ben de balık ekmek sırasına girip, ekmek arası balığımı alıp, ortalıkta dolaşan turşucudan plastik bardak içinde turşumu alıp, oturaklardan birine çökerek, keyifle karnımı doyurdum. Sonra da köprü altındaki kafelerden birine yöneldim.
Köprü altındaki kafelerden birinde soğuk biramı içip” Tarihi Yarımada” ve İstanbul’un muhteşem siluetini seyrettikten sonra köprüye çıktım. Fotoğraf çekerek Karaköy’e geldim.
Köprünün Karaköy ayağı ve yakın çevresi
Karaköy; İstanbul’un Avrupa tarafında, Haliç’in girişinde, Beyoğlu ilçesi sınırları içerisinde, bankalarıyla ünlü en eski ticaret merkezlerinden biri olup, eski Galata semtinin modern adıdır.
Tarih boyunca, liman ve ticaret merkezi olarak ön plana çıkmıştır. Bölge, Karaköy Meydanından; güney batıda Galata köprüsüyle Eminönü’ne, batıda tersane Caddesiyle Azapkapı’ya, kuzey batıda Voyvoda caddesiyle Şişhane’ye, kuzeyde Yüksek Kaldırım’la Beyoğlu’na, kuzey doğudaki Kemeraltı ve Necatibey Caddeleriyle Tophane’ye bağlanır.
Karaköy’de; çeşitli dinsel ve eğitimsel kurum ve binalar yer alır. Latin-Katolik, Yunan-Ortodoks, Ermeni ve Bulgar kiliseleri, Yahudi Sinagogu, Galata Kulesi ve Avrupalı toplulukların bıraktıkları zengin ve tarihsel anıtlar bulunur.
Karaköy’ü İstiklal Caddesine bağlayan tünel de bu bölgededir.
Çağdaş sanatlara adanan, Türkiye’nin ilk ve tek özel müzesi İstanbul Modern, yenilenen eski deniz antreposu No: 4 de yerini almıştır.
İstanbul Modern Sanat Müzesi, Türkiye’nin sanatsal yaratıcılığını kitlelere ulaştırmayı ve kültürel kimliğini uluslararası sanat ortamıyla paylaşmayı amaçlayarak, disiplinler arası etkinliklere ev sahipliği yapan bir müzedir.
Modern ve çağdaş sanat alanlarındaki üretimleri uluslararası bir yönelimle koleksiyonunda toplar, korur, sergiler ve belgeleyerek sanatseverlerin erişimine sunar.