Yaşlılık kaçınılmazdır. Saçlar beyazlaşır, cildimiz buruşur, yerçekimi yapacağını yapar. Ancak, yaşlılık bozulma ve ölüme bir adım daha yaklaşma değildir.
Bunun farkına varmadığımız için de yaşlılıkla bozulma ve ölüme yaklaşmayı bir tutarız. Kendimizi bozulmaya, çaresizliğe ve ölüme hazırlarız .Parklarda ve kahvehane köşelerinde oturarak ölümü bekleriz.
Bu durumdan kurtulmanın yolu, güzel bir müzik eşliğinde yürümek, bahar havasını hissetmek ve bedenimize hissettirmektir. Bedenimize ve bedenimizin bütün fonksiyonlarını denetleyen Fiziksel beynimize bahar havasını nasıl hissettirmeliyiz sorusunun yanıtı atalarımızın yaşam biçimlerinde saklıdır.
Bilim adamlarınca, insan oğlunun evrimleşmeye başlaması 2 milyon yıl öncesine gider. Modern diyebileceğimiz yerleşik düzene geçiş ise Avrupa’da İsa’dan önce 3 000 yılına kadar uzanır. Bu demek oluyor ki insanoğlu, en az bir milyon beş yüz bin yıl süreyle, meyve toplayıcı ve avcı statüsünde yaşamış.
Meyve toplayıcı ve avcı statüsündeki insan, günlük yaşamında, saatlerce yürümek, koşmak, tırmanmak ve avlanmak zorunda kalmış. Üstelik, topladıklarını saklayacağı soğutucular olmadığı için, ertesi gün tekrar meyve toplamaya ve avlanmaya çıkmak zorunda kalmış.
Böyle bir yaşam süren atalarımız ağaçtan düşerek yaralanabileceği ve avlanırken av durumuna girebileceği için, bağışıklık sistemi devreye girer. Biyolojik yapımızı korumaya alır. Dayanıklılığımız artar ve kolay hasta olmayız.
Bu nedenle, bedenlerimiz ve ilkel beynimiz, sabah yürüyüşlerini ”Bahar geldi gül açıldı, ruhuma neşe saçıldı. Yaşamak güzel, şimdi gelişme zamanıdır.” biçiminde algılar.
Modern kent yaşamında hareketsizlik adeta zorunlu kılınmaktadır. Alış veriş merkezleri, hazır yiyecekler; meyveler, etler, sucuk ve salamlar, mısır gevrekleri ve patlamış mısırlar eşliğinde televizyonlar hareketsizliği özendirmektedir.
Oysa doğada hareketsizlik koşulları bambaşkadır. Öyledir çünkü kıtlık, kuraklık, dondurucu soğuklar ve metrelerce kar varsa, ortalıkta meyve ve av olmaz. Bir köşeye çekilip, hareketsiz kalma, bedenimizde var olan enerjiyi verimli kullanma zamanıdır. Atalarımız bu koşullarda hareketsiz kalmışlardır.
Biyolojik yapımız, yani bedenimiz hareketsizliği kıtlık, kuraklık ve avın metrelerce kar altında bulunduğu kara kış olarak algılamakta, kendini tehdit altında hissetmektedir. Enerji kıt ve yaşamsal önemdedir. Bu nedenle gerekli olmayan bütün sistemlerini kapatır.
Ayrıca yediği her türlü besini de depolamaya başlar. Bedensel bozulma başlar.
Görüldüğü gibi, bedensel bozulmanın yaşlılıkla bir ilişkisi yoktur. Bütünüyle yaşam biçimimizle ilgilidir.
İlkel beyin olarak da adlandırılan fiziksel beynimiz bir atmaca gibi bedenimizin hareketlerini gözetler ve algılar. Hareketsizliği karakış, kıtlık ve kuraklık olarak algılarken, hafif aerobik ve sabah yürüyüşlerini bahar gelmiş olarak algılar.
Baharla birlikte ortaya çıkan bol miktardaki meyveleri toplamak ve ortalıkta dolaşan avları da yakalamak ve avlamak için bağışıklık sistemimizi geliştirir.
Ortalıkta bol miktarda meyve ve av bulunduğundan, biyolojik yapımız ve bedenimiz yediklerimizi depolamaz. Çünkü depolanan her fazla kilo hareketi ve ağaçlara tırmanmayı zorlaştırır. Yırtıcı hayvanlardan kaçmamızı zorlaştırır, av olmamıza neden olur.
Bir sonraki yazıda buluşmak üzere…