Geçen yazı dizimizde Balat Or-Ahayim Hastahanesinde başlayan gezimiz Balat Surp Hireşdagabet Ermeni Kilisesi’nde son bulmuştu. Kiliseden ayrıldıktan sonra, 70 yaşına kadar Balat’ta yaşayan biriyle tanışıyoruz.
Kendisinden Ayvansaray Balat Fener üçlemesinin kısa tarihçesi hep birlikte dinliyoruz. Tüm yaşamı Balat’ta geçmiş ve Balat’tan ayrılmamış 70 yaşındaki bu beyefendi, bu semtleri Rum-Yahudi-Ermeni semtleri olarak tanımlıyor.
Fener bölgesinde ağırlıklı olarak Rumların, Ayvansaray bölgesinde Ermenilerin ve Rumların, Balat’ta ise Yahudilerin ağırlıklı olduklarını söylüyor. Balat, özellikle İstanbul Musevileri açısından tarihi önem taşımaktadır, diyor. İstanbul’un fethinden sonra kente getirilen Makedonya Musevileri ile İspanya’dan göç edenlerin bu semte yerleştirilmiş olduklarını söylüyor.
Balat, burada yaşamış küçük bir Ermeni cemaatinin varlığıyla birlikte, Bizans döneminden beri Musevilerin yaşadığı semt olmuş. Kamış Sokaktaki Balat Surp Hireşdagabet Ermeni Kilisesi buna kanıt olarak gösteriliyor.
Diğer taraftan, bölgede 1453 den beri ibadete açık olan 20 civarında cami bulunmaktadır. Bunlardan iki tanesi kiliseden dönme Hazreti Cabir ve Gül Camileridir. Bu dağılım, bölgedeki Müslüman mahallelerinin de ağırlıklı olduğunu gösteriyor.
Uhrevi dinler açısından tam bir mozaik karşımıza çıkıyor. İnanç turizmi açısından da önemli bir bölgedir Ayvansaray Balat Fener üçlemesi. Bu üçlemenin bulunduğu bölge adeta bir açık hava müzesi.
Başta, ellerindeki fotoğraf makineleri ve video kameralarıyla Japonlar olmak üzere, değişik ülkelerden gelen turistlerin akınına uğramış Balat ve yakın çevresi. 20-30 kişilik grupların bulunduğu rehberli turların ilgi çekmiş olduğunu görüyoruz. Yemekli düzenlenen bu günübirlik tur ücretleri 400 TL ile 600 TL arasında değişiyormuş.
Tur düzenleyicilerinin sloganları da oldukça ilginç geldi bize. Seferadların hüznünü taşıyan, kozmopolit yapısıyla İstanbul’un ortasında Kudüs havası yaratan, adını Palation yani “saray” kelimesinden alan Balat semti de sırlarını sizlerle paylaşacağımız Nefs-i İstanbul köşesi olarak bu turda sizleri beklemekte.
Diyerek tur düzenlediklerini öğreniyoruz. Eski İstanbul belgeseli hazırlayanlar, tarihe meraklı olanlar, İstanbul’u sevenler, Doğu Roma İmparatorluğu’ndan izler bulmak isteyenler Balat sokaklarında dolaşıyorlar. Hala eski izleri taşıyan mimari dokuyu, sokakta oynayan çocukları, henüz yozlaşmamış detayları, çılgın kompozisyonları Balat’ın ara sokaklarda bulabiliyorlar. Kameranızı omzunuza takıp başlarsanız yürümeye cumbalar, antik kapılar, pencereler, parmaklıklar tuğla örülü duvarlar sizi yıllar öncesine götürecek özellikler barındırıyor. Eski ve yeni kavramlar, çelişkiler, farklı yaşam biçimleri bir arada sergileniyor.
19.yüzyıla kadar, Balat’ın modern mimariye dudak ısırtan nizami ve geometrik sokakları gemiciler, denizciler mekânıydı diyor 70 yıllık Balatlı…1894 yılındaki depremin ve semtin yapısını derinden etkileyen yangınların ardından, semtin nüfus yapısı da büyük değişikliğe uğramış. 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren semtin en zengin kesimi buradan ayrılarak, bugün de Hahambaşılık kurumunun yanı sıra önemli sinagogları da içeren Musevi kurumlarının bulunduğu Galata’ya taşınmışlar.
20. yüzyılda, özellikle İsrail devletinin kurulmasından sonra Balat nüfusunun yaklaşık dörtte biri Balat’tan ayrıldı diyor Balatlı Beyefendi. Bu dönemden sonra Balat’taki Musevi cemaat nerede ise bitme noktasına gelmiştir. Karadeniz Bölgesi ve özellikle Kastamonu’dan gelen yeni göç dalgası semtin çehresini büyük ölçüde değiştirmiştir. 1984 yılı sahil bandının yıkılmasıyla semt tamamen kaderine terk edilmiştir.
2005 yılında Fatih belediyesinin hazırladığı kentsel dönüşüm projesi tarihi binaların sonunu hazırlamış. Tapusu olan binalar bile “ tarihi SİT alanı” gerekçesi ile çok ağır yaptırımlarla karşı karşıya kalmış. Kamu konutlarının kiracıları tarafından basit onarımların yapılmasına izin verilmemiş, yapıların adeta çökmesine yol hazırlanmış.
Sokakları gezerken sohbet etme fırsatını yakaladığımız diğer bazı esnafa göre antik yapıların büyük bir bölümü kilit altında tutularak turizmin hizmetine sunulmamaktadır. Günümüzde Fatih Belediyesinin uygulamaya çalıştığı proje Dünya kültür mirasını yok etme anlamını taşıyacak kadar vahim bir projedir. Denmektedir.
Yine de bölge görülmeye değer özelliktedir. Semtlerdeki binalar bir ila dört katlıdır. Bunların yarıdan fazlası 1930 öncesi yıllarda inşa edilmiş olup semtin özgün karakterini oluştururlar. 1930-1950 yılları arasında yapılan binalar ise bu mimari karakteri devam ettirmekle beraber dönemin özelliklerini de yansıtmaktadır.
1950 sonrası yap-satçıların inşa ettiği betonarme apartmanlar semtin kimliğine bir miktar gölge düşürmüş olsa da semt hala görülmeye değer tarihi bir müze gibidir.
Özel Fener Rum Lisesi
Balatlı 70’lik Beyefendinin tarihi açıklamalarından sonra Sancaktar Yokuşu’na ulaşıyor ve Fener Rum Lisesi’ne doğru tırmanmaya başlıyoruz. Yokuş da ne yokuş ama…Tırmanmamıza değen Sancaktar Yokuşunun sonunda ulaştığımız Fener Rum Lisesi İstanbul’un şüphesiz en etkileyici binalarından birine sahip. ‘Yedi Tepe’ diye bildiğimiz şehrin 5. tepesine oturtulmuş inanılmaz bir yer.
Kırmızı mektep ya da Mekteb-i Kebir olarak da anılan Özel Fener Rum Lisesi ve İlköğretim Okulu Fransa’dan getirilen kırmızı tuğlalar ile şimdiki binası inşa edildiği için, halk arasında kırmızı mektep olarak anılmaktadır. Fener’de, patrikhanenin arka sokaklarında, tepede bir yerde. Dik mi dik bir yokuş, sonra da dik mi dik bilmem kaç basamak daha çıkmanız gerekir. Fener Rum Lisesi’nden bahsediyorum. Yılların yorgunluğuyla Haliç’i izleyen ve her yerden rahatlıkla görülebilen kırmızı, kuleli, büyük bir bina.
Haliç’ten geçerken görenler genelde burayı Fener Rum Patrikhanesi sanır. Ben de öyle sanmıştım. Binanın önündeki dik Sancaktar yokuşunu çıkıp binanın önüne geldiklerinde, “İstanbul / Fatih Özel Fener Rum Lisesi” yazısını gören meraklı vatandaş önce yanlış geldiği ve yanıldığı için kızar kendisine, çıktığı dik yokuşu söylenerek iner.
2009 yılında aynı şey benim de başıma gelmişti. Fener Rum Patrikhanesi sanmış ve içeri girebilecek kapılar aramıştım. Fakat burada insanları çeken bir şey var ki etrafında birkaç tur atmış, arkasında bulunan Mesnevihane ve Camisinin minaresiyle okulun kulesini aynı kare içinde almak için bir hayli fotoğraf çekmiştim.
Dışarıdan kırmızı kiremit rengiyle, hibrid ötesi mimarisiyle ve heybetiyle dikkat çekiyor. Girebilir ve gezebilirseniz, içerisinin de bir o kadar güzel olduğu görülecektir. Bir şato görünümü var ama bir yandan Neoklasisizm, bir yandan Bizans mimarisi esintileri, bir yandan eski Yunan derken tam döneminin gerektirdiği gibi görünüyor.
Özel Rum Lisesi sayıca gitgide azalan Rum çocuklarının okuduğu bir özel okul. Özel okul deyince paralı okul geliyor aklımıza tabi doğal olarak ama bu öğrenciler, ne okula, ne yemeğe ne de servise para ödüyorlar.
Okulun tarihi İstanbul’un fethinden önceye kadar gidiyor. Fetih öncesinde “Patrikhane Akademisi” adıyla hizmet veren okulda fetih sırasında eğitim durmuş. 1454’te Fatih Sultan Mehmet’in Patrik Genadios Sholarios ile görüşmesiyle “Fener Rum Mekteb-i Kebiri” adıyla yeniden eğitime başlamış.
Okul genelde patrikhane çevresinde ve İstanbul’un muhtelif semtlerinde eğitim verirken 1883te bugünkü binasına taşınmış. Akademik din eğitimi veren okul 19. yüzyılda bugünkü halini almış. Bab-ı Âli tercümanlarının, bürokratların, Eflak ve Boğdan voyvodalarının yetiştiği okulun ilkokul bölümü 1963te öğrenci yokluğu nedeniyle kapatılmış.
Öğrenci yokluğu sebebiyle aynı sokakta bulunan Yuvakimyon Rum Kız Lisesiyle birleştirilerek karma sistem uygulanmaya başlanmış. Yuvakimyon bugün hala Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlı.
Sancaktar Yokuşu sonlarına doğru nefes nefese ulaştığımız ”Kırmızı Mektep” fotoğraflarını dışarıdan çektikten sonra, benim önerimle tırmanmaya devam ediyoruz. Bir süre sonra da Mesnevihane Camisi’ne ulaşıyoruz. Kapılar kapalı, gezme ve görme olanağımız yok. Geri dönmek için Sancaktar Yokuşu’nu değil de Rum Lisesi’nin arka cephesindeki ara sokağı tercih ediyoruz. 3 020 m2 lik bir alana sahip olan Fener Rum Lisesi eteklerinde ”Kanlı Kilise” olarak bilinen küçük bir kilise bulunmaktadır. Görüp, fotoğraflarını çekebilir miyiz? Diye dolanıyoruz ama çabalarımız boş çıkıyor. Liseden uzaklaştıkça görülebilen kubbesinin fotoğrafını çekmekle yetiniyoruz.
Fener’de Bir Kanlı Kilise
İstanbul Haliç manzarasının ayrılmaz bir parçası olan Fener Rum Lisesinin oldukça büyük avlusunun eteklerindeki küçük bir kilisenin, tarih boyunca enteresan olaylara tanıklık etmiş olduğu söylenmektedir. Bizans döneminden günümüze kadar ayakta kalan ve hala kilise olarak korunan tek kubbeli kilise olan Kanlı Kilise; halk arasında Moğolların Meryemi Kilisesi adıyla da anılırmış. Onu diğerlerinden farklı kılan ise kuşkusuz hikâyesidir.
Fener Rum Lisesi’nin bulunduğu bu yere ilk olarak 7. yüzyılın başlarında, Bizans İmparatoru Maurikios kızı prenses Sopatra ve arkadaşı Eustolia için İstanbul’un beşinci tepesinde bir manastır inşa ettirmişti. Ancak Dördüncü Haçlı Seferinin ardından kurulan Latin İmparatorluğu sırasında manastır yakılıp, yıkılmıştır.1261’de şehri yeniden ele geçiren Ortodoks’lar, artan Moğol akınlarına karşı önlem olarak 1281’de, imparator VIII. Michael’ın gayrimeşru kızı Maria Despina Palaiologina’yı Moğol imparatoru Hülagü’ye, drahoma olarak ve çeşitli hediyelerle gelin olarak yollarlar.
Güçten düşen İmparatorluğun düşmanlarını engellemenin en iyi yolu düşmanınla, kız alıp vererek akrabalık kurmak ve daha fazla ilerlemesini engellemekti. Bu alışkanlık yaklaşık yüz yıl sonra tekrarlanarak, Osman Oğullarından Orhan’ın neredeyse tüm eşleri Bizanslı Ortodoks Rum olacaktır.
Ancak Maria Palailogos henüz yolda iken Hülagü ölüverir. Hülagü ’nün ölümü, üzerine babasının yerine tahta geçen oğlu Abhaka ile evlenmek zorunda kalan talihsiz Maria, Abhaka’nın da zamansız ölümü üzerine İstanbul’a döner ve bugünkü manastırı yaptırarak rahibe olur. Bu nedenle kilisenin adı Panaghia Muchliotissa olarak anılmaya başlanır. Muchliotissa Moğolların anlamına gelir.
İstanbul Müslümanlar tarafından ele geçirildikten sonra Fatih tarafından verilen üç günlük yağma sırasında özellikle Fener bölgesinde çok şiddetli çatışmaların yaşandığı rivayet edilir. İstanbul’un en dik yokuşu sayılan bu kilisenin civarında bolca akan Ortodoks kanı Haliç’e karışmış ve bu nedenle kilisenin bir diğer ismi Kanlı Kilise olarak kalmış
İstanbul Fener Rum Ortodoks Patrikhanesi
İstanbul Fener Rum Ortodoks Patrikhanesi 6. yüzyıldan itibaren Hristiyanlık âlemindeki din tartışmalarının önemli bir kesimini oluşturan Ortodoksluğun da merkezidir.
İstanbul’un fethinden sonra, gayrimüslim olan toplumların yaşayışına dair düzenlemeler, Fatih Sultan Mehmet’in çıkardığı fermana bağlanmış, böylece Fener Rum Patrikhanesi de denilen Rum Ortodoks Patrikhanesi’nin yasal statüsü süreklilik kazanmıştır. Patrikhane, 1602’de Fener’de bulunan Ayios Yeoryios Manastırı’na yerleşti ve bu tarihten sonra faaliyetini burada sürdürdü. II. Mehmet’in çıkardığı fermanla statüsü saptanan Rum Ortodoks patrikleri, cemaatin evlenme, cenaze gibi adetlerini özgürce uygulayabilmesini denetliyorlardı.
Patrik, bir vezir statüsünde kabul edilir, kendisine divanda yer verilirdi. Maiyetindeki diğer yöneticiler ile birlikte her türlü hizmet ve vergiden muaftı. Rum cemaatine dair konuların görüşüldüğü meclise başkanlık eden patrik, hukuki ve cezai işlerde tam yetkili idi.
Böylece patrik, Rum Ortodoks toplumunun tartışmasız lideri olarak, Bizans dönemindeki haklarından fazlasına kavuşmuştu. Rum Ortodoks kiliseleri üzerinde simgesel bir otoritesi olan İstanbul patriği, 6. yüzyıldan beri “Ekümenik Patrik” sıfatıyla dünyadaki tüm Ortodoksların ruhani lideri kabul edilmektedir.
1856 Islahat Fermanı ile patriklerin yetkileri, dinî konularla sınırlandı. Seçim usulleri gözden geçirildi. Görev süreleri ömür boyu kılınarak sorumlu oldukları davalardaki yetkileri genişletildi.
Lozan Antlaşması’yla Cumhuriyet döneminde patriklerin tüm ayrıcalıkları kaldırıldı. Türkiye Cumhuriyeti uyruğunda bulunmaları koşulu getirildi. Cumhuriyet döneminde Rum Ortodoks Patrikhanesi’nin etkinlik alanı da sadece dinî konularla İstanbul’daki Rum cemaati ile sınırlandı.
Hizmet binasının 1941’de yanması üzerine, 1989’da Yüksek Mimar Aristidis Pasadeos nezaretinde başlatılan onarım çalışmaları 1991’de tamamlandı. Patrikhane, faaliyetini hâlen yeni binasında yürütmektedir. Şu andaki Patrik I. Bartholomeos’tur.