Dünyanın Golden Horn ya da Altın Boynuz olarak bildiği Haliç, bir büyük akarsu gibi menderesler çizer. Girintileri ve çıkıntıları, küçük koyları ve burunlarıyla bir uçtan bir uca sekiz kilometrelik bir uzunluğa sahip bir suyolu olarak karşımıza çıkar. Haliç’e akan iki tatlı sudan batıdaki Alibey, doğudaki Kağıthane deresi olarak adlandırılmıştır.
İstanbul’un tarihi boyunca, Altın Boynuz olarak da adlandırılan, Haliç’in iki yakasını Haliç Köprüleri birleştirmiştir. Bunlardan en eski tarihli olanı Galata Köprüsü olup, Karaköy ile Eminönü semtlerini birleştirir.
Köprünün batısında Haliç, kuzeyinde Karaköy ve Galata, doğusunda İstanbul Boğazı ve güneyinde ise Eminönü ile birlikte; Topkapı Sarayı, Ayasofya, Sultanahmet Camisi ile Sultanahmet meydanı, Sarayburnu, Gülhane Parkı gibi semt ve mekanların bulunduğu tarihi yarımada yer alır.
1 600 yıl boyunca imparatorluklara ev sahipliği yapmış olan Tarihi Yarımadayı karşı yaka olarak bilinen ”Pera”ya Galata Köprüsü birleştirmiştir.
1348 yılında “İsa Kulesi” adıyla yığma taşlar kullanılarak Cenevizliler tarafından Galata surlarına ek olarak yapılan Galata Kulesinden köprüye bakıldığında; dünyada bir eşi ve benzeri olmayan muhteşem İstanbul silueti karşımıza çıkar. Seyrine doyum olmayan bir görüntüdür İstanbul silueti.



Köprünün sağ tarafında ise Haliç ya da Altın Boynuz, bütün görkemiyle belirir ve bir daha silinmemek üzere, beynimizdeki ekrana kazınır. Kazınır çünkü İstanbul’u İstanbul yapan, korunaklı limanlarıyla doğal bir sığınak olan Haliç’tir.
İstanbul Siluetı aynı zamanda İstanbul’un markasıdır. İlk başta karşımıza çıkan Yeni Camii ve Süleymaniye Camii İstanbul siluetinin başlıca aktörleridir. Siluetin içinde yer alan Tarihi yarımadadaki Topkapı sarayı ile birlikte; Ayasofya, Sultanahmet ve Süleymaniye camilerini barındırır.
Bizans tarihçilerine göre, Haliç üzerinde ilk köprü, VI. yüzyılda I.Justinianus devrinde yapılmış. Bu köprünün Haliç’teki yeri tam olarak bilinmemekle birlikte, Eyüp ile Sütlüce arasında olduğu tahmin edilmektedir.
Osmanlı İmparatorluğu döneminde; Haliç üzerinde ilk köprü yapma girişimi, Sultan II. Bayezit tarafından yapıldıysa da olumlu bir sonuç alınamamıştır. Bu arada, Leonardo da Vinci, II. Bayezid’e bir Haliç Köprüsü tasarımı sunar. Tasarımı, teknik olarak yapma olanağı olmadığından, reddedilir.
Aradan 350 yıl geçtikten sonra, Bezmialem Valide Sultan tarafından 1837 yılında, ”Valide Köprüsü” adı verilen ilk ahşap köprü yapılmıştır. Valide Köprüsünün yetersiz kalması üzerine, 1845 yılında, Sultan Abdülmecit Han tarafından daha sağlam ve daha geniş bir köprü yaptırılmış.




Ahşap dubalar üzerine oturtulan 500 metre uzunluğundaki bu köprüden geçişlerde, ilk üç gün para alınmamış, sonraki günlerde paralı hale getirilmiş. Paralı uygulama 1930 yılına kadar sürdürülmüş, bu tarihten sonra paralı geçiş sona erdirilmiş.
Abdülmecit hanın köprüsü 18 yıl kullanıldıktan sonra, yerine, Sultan Abdülaziz’in emriyle, yabancı bir firmaya, 24 duba üzerine oturtulan madeni bir köprü yaptırılmış. 480 metre uzunluğunda ve 14 metre genişliğindeki bu köprünün 1912 yılına kadar kullanıldığı söylenir. Bundan sonraki köprü, Alman firması MAN tarafından, 466 metre uzunluğunda ve 25 metre genişliğinde yapılmış ve 1992 deki yangına kadar bu köprü kullanılmış.
Son köprü ise, bir önceki köprünün birkaç metre kuzeyinde, STFA şirketi tarafından yapılmış. Genişliği 42 metre olan köprüde, her iki yöne doğru üç şeritli motorlu taşıtlar yoluyla, yaya yolu bulunmaktadır. Köprünün ortasındaki iki şerit tramvaylara ayrılmıştır. 80 metrelik kısmı açılabilen ve üzerinden tramvay geçebilen, dünyadaki ender birkaç baskül köprüden biridir.