İstanbul Ihlamur Kasrı


Fulya, İstanbul’un  Şişli İlçesinde,  Mecidiyeköy’den güneye doğru dik bir eğimle inen eski dere yatağı imiş. Zamanında Ihlamur vadisi olarak bilinen bu mekândan Ihlamur Nehri ile birleşen Fulya nehirleri akarmış.  

Bugün, çok yoğun bir yerleşim bölgesi olarak, derenin adıyla, Fulya ya da Fulya Mahallesi diye anılıyor. 

1950’li yıllara kadar Ihlamuraltı Mesiresi olarak adlandırılan Fulya Mahallesi, 1950 sonrasındaki hızlı yapılaşma sürecinde apartman ve sitelerle dolmuştur.

Günümüzde, hem Büyükdere Caddesi, hem de Boğaziçi Köprüsü ve çevre yollarını  Beşiktaş’a bağlayan ana ulaşım arterinin yan yollarından biri olarak karşımıza çıkıyor. Diğer taraftan, yoğun bir konut bölgesinin merkezinde yer alan bir kavşak noktası olmasından dolayı, yoğun bir araç trafiğini taşıyor.

Bu yoğun araç trafiği içinde de ”Çöldeki Bir Vaha” olarak karşımıza Ihlamur Kasrı çıkıyor. 

Ihlamur Kasrı ve içinde bulunduğu Ihlamur Vadisini kavrayabilmek için, 18. yüzyılın dördüncü çeyreğine, III. Selim dönemine kadar gitmek gerekir.

III. Selim, Boğaziçi’nde Batı tarzında ilk binaları inşa ettiren  padişahtır. Kız kardeşi Hatice Sultan’ın Ortaköy’deki sarayını restore eden Mimar Melling’e Beşiktaş Sahil Sarayında bir kasır yaptırmıştır.

1874 yılında İstanbul’a yerleşen Melling İstanbul’u karış karış gezmiş; saraylar, köşk ve kasırlar, İstanbul Boğazı ve koyları, mesire yerleri ve korular, çeşmeler ve düğün alayları gibi görsel olguların resim ve gravürlerini yapmıştır.

18. ve 19. yüzyıl İstanbul’unu en iyi anlatan resim ve gravürler Melling’in eserleridir.

Ihlamur Kasrı

III. Selim ve kız kardeşi Hatice Sultan Melling’ten çok yararlanmışlardır. Melling’ten etkilenen III. Selim de İstanbul’un gravürlerini çizdirmiştir.

III. Selim’in amcasının oğlu olan II. Mahmut,  Dolmabahçe Sahilsarayı’ndan başka, Beylerbeyi ve Çırağan bahçelerinde de Batı tarzında iki büyük saray yaptırmıştır.

Oğlu Abdülmecit ise, şimdiye kadar tercih edilen klasik saraylar yerine, ikamet, sayfiye, misafir kabul ve ağırlama, devlet işlerini yürütme amacıyla, Avrupai plan ve üslupta bir sarayın inşaatına karar vermiş.

Dolmabahçe Sarayı’nın bugün bulunduğu alan, bundan dört yüzyıl öncesine kadar Osmanlı Kaptan-ı Derya’sının gemileri demirlediği, Boğaziçi’nin büyük bir koy’muş.17. yüzyıl’da doldurulmaya başlanan koy, padişahların dinlenme ve eğlenceleri için düzenlenen bir “Has Bahçe”ye dönüştürülmüş.

Bu bahçede çeşitli dönemlerde yapılan köşkler ve kasırlar topluluğu, uzun süre Beşiktaş Sahil sarayı adıyla anılmış. Avrupa mimari üsluplarının bir karışımı olarak, Garabet Amira Balyan ve oğlu Nigoğos Balyan tarafından 1843-1855 yılları arasında inşa edilmiştir.

Osmanlı Mimarlığının son dönemlerinin en önemli isimlerinden olan Balyanlar çok sayıda ve büyük yapılara imzalarını atmışlardır. 

Balyanlar; Sultan III. Selim, Sultan II. Mahmut, Sultan I. Abdülmecit ve Sultan I. Abdülaziz  olmak üzere ardı ardına dört kuşakta, Senekerim Balyan, kardeşi Krikor Amira Balyan, Krikor’un oğlu Garabet Amira Balyan ve oğulları Nigoğos, Sarkis,Hagop, Simon kardeşler olarak, yaklaşık bir yüzyıl boyunca meslek yaşamlarını sürdürmüşlerdir.

Ihlamur Kasrı

Ermeni kökenli bu ailenin hemen tüm bireyleri, sultanlar için çeşitli saray, köşk ve kasırların yapımlarını üstlenmişlerdir.

Abdülmecit, devlet işleri dışında hoşça vakit geçirip avlanma partileri yapabileceği mekânlar ve mesire yerleri arayışına girer. Dolmabahçe Sarayı’na yürüme mesafesinde olan Ihlamur Vadisi ve bu vadideki Hacı Hüseyin Bağları olarak anılan mesire yeri iyi bir seçim olarak görülür. 

O güne dek bu mesire ile birlikte adı geçen,  yanındaki ıhlamurların gölgelendirdiği doğa parçasıysa Dolmabahçe Sarayı’nın inşasından sonra artık imparatorluğun bu yeni sarayıyla bütünleşecektir.

Bu nedenle bu alanda Dolmabahçe Sarayı’nın  mimari özelliklerinin yanı sıra bezeme özellikleriyle de ters düşmeyen ve hatta bütünleşen yapılara gereksinim duyulmuştur.

Ihlamur Kasrı olarak tanınan yapıların yapım nedenleri arasında görülmektedir. Yüksek duvarlarının sınırlandırdığı 24 724 m2’lik ağaçlıklı bir alan içinde yer alan Sultan Abdülmecit Dönemi’nin bu iki küçük yapısı, Mabeyn ve Maiyet köşkleri, yapıldıkları yıllardan günümüze dek kimi zaman Nüzhetiye, kimi zaman da Ihlamur Kasrı adlarıyla tanınmışlardır.

Yapımlarından hemen sonra, bulundukları yörenin adıyla özdeşleşen Ihlamur Vadisindeki sultan yapıları, “sevinç, tazelik, ferahlık” anlamına gelen Nüzhetiye sözcüğü ile de anılmaya başlamış.

I

Nüzhetiye adı aynı zamanda yapıların çevresinden geçen caddeye de verilmiştir. Nitekim Nüzhetiye Caddesi ile Nişantaşı Ihlamur Caddesi’nin birleştiği kavşakta Ihlamur Kasrı kapılarından biri karşımıza çıkar ki bizi Mabeyn ya da Tören Köşkü’’ne ulaştırır.

Halit Ziya Uşaklıgil, Sultan Reşat döneminde sarayda yaptığı başkâtiplik anılarını yazarken, Ihlamur Kasrı’ndaki Mabeyn Köşkü’nü Dolmabahçe Sarayı’nın ufaltılarak, son hadde indirilmiş bir numunesine benzetiyor. 

Günümüzden yaklaşık yüz altmış yıl önce; Graziella, Göl, Şairane Düşünceler gibi kitapları romantik edebiyatın en ünlü yapıtları arasına girmiş bir edebiyatçı ve  “Türk dostu” olan ünlü Fransız yazarı Lamartine, Ihlamur Vadisini şu sözlerle betimliyordu.

“Kendimizi Savoie ya da İsviçre’de bir orman parçasını ekmiş, düzenlemiş bir çiftçinin topraklarında sanabilirdik. Çakıllar üstünde akan suların şırıltısından, yapraklar arasında kuş cıvıltılarından başka ses gelmiyordu kulaklarımıza. Ne bir duvar görülüyordu ne bir adam, ne bir parmaklık ne de herhangi bir ev, bir barınak… Hele bir saraya benzer hiçbir şey yoktu.”

İstanbul

Türk tarihi ve Türkiye izlenimlerini Doğuya Seyahat, Doğuya Yeni Seyahat ve Türkiye Tarihi adlı eserlerinde aktarmış.

Lamartine aynı yapıtında; “…Araba, yaş kumlu bir yerde, üç köy yolunun kavşağında durdu. Arabadan indik. Kılavuzumuz en gölgeli yerden geçirerek bizi ağaçlıklı bir düzlüğe götürdü. Bu düzlüğün sonunda, güney köylerimizdeki fakir papaz evlerine benzeyen dört köşeli düz damlı tek pencereli bir yapı görünüyordu.

Üç basamaklı bir merdiven üstünde yeşile boyanmış bir parmaklık, gelmiş olduğumuz yoldan o küçük evin taraçasına gidiyordu.”

Tümceleri, yapının mimarisi konusunda genel bir fikir vermektedir. Ünlü yazar yapı için: Duvarları yeşilimsi bir renge boyanmış, yeri kireç ve mermer bir sıva ile örtülü, dört köşe bir salondu der.

İzleyen satırlar bu büyük salonun büyük bir ıhlamur ağacına bakan tek penceresi ve ortasındaki fıskiyeli küçük havuzu konusunda da bilgi verir. 

“Kocaman yemiş ağaçları bu taraçayı gölgeliyor.Beş altı ihtiyar ıhlamur, gölgeledikleri damın üstüne dallarını ve yapraklarını seriyorlardı. İncecik bir fıskiyeden suyun şırıldadığı dört köşe küçücük bir havuz, küçük evin önünde görülüyordu. Üç beş basamaklı başka bir merdiven aşağı yukarı yarım dönümlük bir sebze bahçesine iniyordu” sözleri ise, su öğesini ve doğayı ihmal etmeyen geleneksel bir yaşama biçimini tanımlamaktadır.

Günümüzde Ihlamur Kasrı

Lamartine tarafından anlatılan dillere destan bu mesire yeri, bütünüyle farklı bir görünümde karşımıza çıkıyor.

Bölgedeki yoğun bir yapılaşma, çok yakın zamanlara dek Lamartine’in anlattığı görünümü koruyan Ihlamur Vadisi’ni de kıskacı içine almış, sıkıştırdıkça sıkıştırıyor.

Ancak, nasılsa, küçük bir yeşil doku içindeki Ihlamur Kasrı korunabilmiş. 19. yüzyıl mimarlığının özgün örneklerinden mücevher güzelliğinde iki yapı, bu eski ve anılarla dolu mesireyi süslüyor. 

Bugün dağ-taş yoğun bir yapılaşmanın ve taşıt trafiğinin içinde, çevresini saran duvarların arkasına sığınmış Ihlamur kasırları, Meclis’in ”Milli Saraylar” ı arasında müze olarak değerlendiriliyor.

Şimdilerde, Turizm ve Tanıtma Bakanlığı’na devredilmesi için çalışmalar sürdürülmektedir.Yüksek çevre duvarlarının sınırlandırdığı 24 724 m2’lik ağaçlıklı bu geniş bahçede, tarihi süreç içinde değişen işlevlerine göre farklı adlarla anıla gelmiş iki köşk bulunmaktadır.

Mabeyn ya da tören köşkü saygınlık, diğeri ise ikincil bir kullanıma ayrılmış olan Maiyet ya da harem köşkü dür. Ben, bahçeye Hakkı yenen Caddesi üzerindeki Müze giriş kapısından girdim. Karşımda asimetrik havuz, çevresinde aslanları ve oldukça gösterişli bir manolya ağacı duruyordu. Sağa döndüğümde ise yol boyunca ortama bir cennet havası katan güllerin arkasında Maiyet Köşkü yer alıyordu.

Bu iki köşkte, Osmanlı İmparatorluğunda 19. Yüzyıldaki mimarlık uygulamalarında kendini ağırlıklı olarak hissettiren ve batılı mimari ögelerin kullanımına önemli ölçüde yer veren bir anlayışın olduğu görülüyor.

Uygulama “Sultana Özel” yapılardaki somut biçimlenmeler olarak karşımıza çıkar. Sultana özel olan bu yapılar, doğal olarak yine dönemin bahçe düzenlemeleri yapanların tercih ettiği bir sistem içinde değerlendirilir. Bahçeler Cennetin Simgesidir anlayışına ek olarak, Avrupa ve İngiltere’deki kent bahçeleri düzenlemeleri gündeme gelmektedir.

İki ana yapı arasındaki Barok çizgiler taşıyan ortası havuzlu, çim zemine oldukça geniş yer verilmiş. Barok uygulamanın simetrik ve çok parçalı modelinden esinlenen çembersel yollar, asimetrik havuz, havuz kenarında duran karşılıklı aslan heykelleri ve aydınlatma elemanları bahçe düzenlemesindeki zenginliği yansıtmaktadır.

Osmanlı uygarlığının kuş kavramına ve havuz hayvanlarına verdiği önemi gösteren uygulamanın bir örneği burada da görülmektedir. Ortasına yerleştirilen küçük bir barınak bunu göstermektedir.

Havuz çevresindeki gül ağacı gibi küçük bitki kümeleri ile hareketlendirilmiş bölüm, Batı’nın biçimci bahçe düzenlemelerinden esintiler taşımaktadır.

Ayrıca havuz çevresinde havuz eğrisine uygun bir çizgisi olan küçük gezinti yolu da Batı’nın Barok bahçelerinden izler yansıtmaktadır. Yapıların ardında ve biraz da uzak çevresinde kalanlarsa, geleneksel Türk bahçesinin vazgeçilemeyen ve neredeyse bir koru oluşturan ulu ağaçlarıyla gölgelenmiş, setli bir doğu bahçesidir. 

Çitlembik, Karaağaç, Çınar, Ihlamur, Servi, Defne, Atkestanesi ve Manolya gibi ağaçlarla bir yeryüzü cennetine dönüştürülmüş. Yol kenarlarında, küçük adacıklarda ve ulu ağaçların altında yer alan ortancalar ise bahçeye ayrı bir güzellik katmış.

Barok uygulamanın simetrik ve çok parçalı modelinden esinlenen çembersel yollar, asimetrik havuz, havuz kenarında duran karşılıklı aslan heykelleri ve aydınlatma elemanları bahçe düzenlemesindeki zenginliği yansıtmaktadır.

Mabeyn ve Maiyet Köşkleri

Her iki köşk de yükseltilmiş bodrum kat üzerine, tek kat olarak düzenlenmiş ve dikdörtgen planlı yapılardır.

Her iki yapı da, genel çizgide uyulan, ortadaki giriş mekânına açılan yan odalardan oluşmaktadır. Bir sofaya açılan yan odalar ise, Batının mimari ögelerini kullanılmasına karşın, geleneksel Türk mimarisinin temel özellikleri göstermektedir.

Bu açıdan Ihlamur Kasrı, 19. Yüzyıl Osmanlı mimarisinde, geleneksel değerler ve Batılı ögelerle var olan sentezin tipik uygulaması olarak gösteriliyor.  

Dış cephelerde dönemin mimari bezeme anlayışını yansıtan eklektik(seçmeci) anlayış izleniyor. Özellikle Mabeyn Köşkü dış cephesinde küçük nişler içindeki üç boyutlu vazolar, barok ve ampir süsleme öğelerinin yüksek kabartma uygulamaları görülüyor.

Yarattıkları üç boyutlu etki ve ön cephedeki görkemli eğriler çizen merdiven, daha çok Barok çağrışımlar yapmaktadır.

Bir başka deyişle, bu 19. Yüzyıl yapısında dış cephe tasarımındaki seçmeci anlatıma karşın, özellikle ön cephedeki etkin izlenim Neobarok’tur. Yapının cephelerine giydirilmiş bu yoğun bezemeler aynı yüzyıl tasarımı bir başka sultan yapısından izlenimler çağrıştırır.

Bu yapı Dolmabahçe Sarayı, izlenimini uyandıran öğelerse, nişleri, üç boyutlu vazoları ve askı çelenkleriyle sarayın Hazine-i Hassa ve Saltanat Kapıları’dır.

Bu önemli benzerlik, sarayın anıtsal kapılarının yapımcısı olarak bilinen Nikoğos Balyan’ın Ihlamur Kasrı tasarımında aldığı rolün kanıtı olarak ortaya çıkmaktadır. 

Maiyet Köşkü ise yine seçmeci bir tutumun izlerini taşır. Cephelerdeki süsleme motiflerinin organizasyonu daha yüzeyseldir. Barok özellik ve anlayıştaki motiflerle Ampir motifleri daha dingin ve dengelidir. Bu bezemeler, Neoklasik çizgiler taşıyan cephelerde belli bir sistematik içinde serpiştirilmiş ve kendi içlerinde sınırlandırılmış yüzeyler gibidir. 

Bu köşkler, ana cepheyi öncelikli olarak değerlendiren dış cephe düzenlemeleriyle, 19. Yüzyıl Osmanlı cephe mimarlığının önemli örnekleri arasında yer alır.

İç bezemeleriyle de bu yüzyılın ikinci yarısındaki sultan ölçeğindeki seçimleri yansıtırlar. Beğeni kazanan ve sultanın onayını alan bu seçim, yine Batı’nın farklı sanat dönemlerinden alınan bezeme motiflerinin yeni bir organizasyonuyla oluşturulmuş seçmeci bir uygulamadır. 

Mabeyn Köşkü’nde aynalı tonoz, beşik tonoz ve manastır tonozla mekânların örtü sistemlerinde çeşitlilik yaratılmıştır. Kalem işiyle yapılmış boyutlu çiçek ve meyve düzenlemeleri göz kamaştırmaktadır. Kabartmadan altın varaklı alçı bezemeler ve duvarlardaki kimisi mermere öykünen çeşitli renkte damarlı, panolar yapıya, işlevine özgü çarpıcı bir görkem kazandırmıştır. 

Yapının mimarisi ve bezemeleriyle bütünleşen lacivert camdan kapı kanatları, çiçeklerle bezeli porselenden zarif kapı tokmakları, çiçekli porselenlerin kullanıldığı İngiliz yapımı şömineler, tasarımcıların olduğu kadar, bu tasarımda onayı alınan Sultan Abdülmecit’in de sanata incelikli bakış açısını belgelemektedir. 

Özellikle Dolmabahçe Sarayı’ndan anımsamalara neden olan şömineler, sarayın görkemli salonlarını süsleyen şömine tasarımcılarının bu mekânlar için de çalışmış olabileceğini düşündürmektedir. Maiyet Köşkü ise, dış bezemesinde olduğu gibi iç bezemelerinde de daha yalın bir anlayışta ele alınmıştır.


Tavan bezemelerinde seçilen motiflerin her iki yapıdaki benzerliklerine karşın, biçimlendirilişlerindeki farklılık ve düzenlemelerindeki yalınlık, duvarlarda stuko panolara verilen ağırlık, izleyicilerde daha farklı çağrışımlar uyandırmaktadır. Yapılan özellikle Mabeyn Köşkü’nün yoğun, altın yaldızlı hareketli iç bezemeleri, mobilya seçim ve düzenlemeleriyle de bütünleşmektedir
.

Mimarisinde olduğu gibi Dolmabahçe Sarayı’nın daha alçakgönüllü ölçülerdeki tefriş öğelerine sahip Mabeyn Köşkü’nde Rokoko, Sheraton üslubunun ilginç mobilya örnekleri, ikiz pencerelerin eğimlerine uygun biçimlendirilmiştir. Tavan süslemesiyle kaynaşan korniş ve perdeler, İngiliz yapımı şöminelerle birlikte ısmarlandığı anlaşılan şöminenin ayrılmaz bir bütünü Copeland marka vazolar, dönemin beğenisini yansıtan ilginç parçalardır. 

Bugün farklı bir işlev yüklenen Maiyet Köşkü’ndeyse dikkati çeken, Neoklasik ve Rönesans üslubundaki mobilyalarla Uzakdoğu motifli bir yapı gibidir. 

Onarılarak çağdaş işlevler kazandırılan ve geniş bahçesiyle bir müze-saray olarak düzenlenen Ihlamur Kasrı, 1985’deki açılışıyla kültür ve sanat alanında kendine özgü yerini almıştır. 

Mabeyn ya da Tören Köşkü, özgün eşyası ile müze-saray olarak değerlendirilmiş, Maiyet Köşkü de bir oturma ve seyir mekânı olarak düzenlenmiştir.

Kışlık kafeterya olarak da kullanılmaktadır. Bahçedeki, yakın geçmişe kadar lojman olarak kullanılan yapı ise müze-sanat yapısı olarak değerlendirilmiş. 

Yeni işlevi ile özellikle çocukların, giderek gençlerin; resim, heykel ve tiyatro çalışmalarını sürdürdükleri ve sürdürecekleri bir mekân olarak değerlendirilmiştir.

20. yüzyılın sonunda, her yaş grubunu temsil eden izleyicilerin ve çocukların tarih-doğa ilişkisini rahatlıkla kurabileceği bir mekân haline dönüştürülmüş.

Tarihi ağaçların gölgelendirdiği kasır bahçesi, ortadaki büyük havuz, setli bahçedeki küçük havuz ve gezinti yolları ile tarihi taş ve mermer malzemenin sergilendiği bir açık hava müzesi görünümüne kavuşmuş olacaktır.

Gittikçe yaygınlaşan, çocuklara yönelik resim ve drama kurslarıyla, geçmişi tanıtan çok yönlü sanatsal etkinlikleriyle Ihlamur Kasrı ve bahçesinde Beşiktaş çevresinin önemli bir kültür odağının oluşturulması amaçlanmaktadır.

Bir cevap yazın