Gar binaları arasında önemli bir yere sahip olan ve yapıldığı dönemde çok ses getiren Sirkeci Garı, Doğunun Avrupa’ya Avrupa’nın ise Doğuya açılan kapısıdır.
Tamamlandıktan sonra, Orta Avrupa’da yapılan gar projelerini çizenlerin de stilinden etkilendiği Sirkeci Garı,’nın temeli 1888’de atılmış, 1890 yılında tamamlanmıştı. Görkemli gar binasının mimarı Alman Mimar ve Mühendis A.Jasmund’du. Berlin Üniversitesi mezunu olan Jasmund Şark mimarisi konusunda incelemeler yapmak üzere İstanbul’a gelmiş, Sultan II. Abdülhamit’in güvenini kazanarak sarayın danışman mimarı olmuştu.
Mimarı Jasmund, gar binasının projesini hazırlarken, özellikle bir nokta üzerinde durmuştu. İstanbul, batının bitip Doğu’nun başladığı yerdi. Bir başka deyişle Doğu ile Batı’nın birleştiği noktaydı. Bu nedenle bina oryantalist bir üslupla hayata geçirilmeli, bölgesel ve ulusal biçim kalıplarına yer verilmeliydi.
Bu üslubu yansıtmak için cephelerde tuğla bantlar kullanıldı. Yapıya sivri kemerli pencereler, ortasına ise Selçuklu dönemi taş kapılarını anımsatan geniş bir giriş kapısı yapıldı.
Dikdörtgen planlı olan garın girişinin iki tarafında birer kule yer almaktadır. Giriş aksına göre simetriktir. Sivri nal kemerli ikiz pencerelerin üzerinde yuvarlak formlu pencereleri vardır. Kapı ve pencerelerin üzerindeki gül pencerelerin vitraylar da bu üslubu tamamlıyordu.
Binanın kaidesi granit, cephesi mermer ve Marsilya Arden’den getirilmiş taşlarla yapıldı.
Orta girişin iki yanında saat kulesi, üç büyük lokanta, ayrıca binanın arkasında geniş bir bira bahçesi ve açık hava lokantası bulunmaktaydı. Gar’daki büyük lokanta ise binanın saat kulesi cephesindeydi. Lokantaya uzun mermer merdivenlerle çıkılıyordu. Bekleme salonlarına, Avusturya’dan getirilmiş büyük çini sobalar konulmuştu. Binanın aydınlatılması ise çeşitli yerlere konulan 300 havagazı feneriyle sağlanmıştı.
Yedikule’de yapımına başlanan demiryolu Yenikapı’ya geldiğinde hattın, Sarayburnu’na kadar uzanan Topkapı Sarayı Gül Bahçesi Gülhane’den geçirilmesi uzun tartışmalara yol açmıştı.
Abdülaziz’in özel izniyle hat Sirkeci’ye ulaşmıştı. Ancak, Sirkeci’ye ulaşan demiryollarının yapımında istimlâk amacıyla tarihi değerine paha biçilemeyen Bizans ve Osmanlı saray ve köşkleri yıkılmış, sahil özeliğini yitirmişti.
1869 yılında yapım imtiyazı verilen 2000 km’lik Şark demiryollarının milli sınırlar içinde kalan 337 km’lik İstanbul-Edirne ve Kırklareli-Alpullu kesiminin 1888 de bitirilerek işletmeye açılmasıyla İstanbul, Avrupa demiryollarına bağlanmıştı.
Orient Ekspresiyle de İstanbul Avrupa seferleri başlatılmıştı…
12 Nisan 2013 Cuma, Sirkeci İstanbul…
Benim Sirgeci Garı ile ilk tanışmam, 29 Nisan 1951 Pazar sabahı, Edirne Muhacirhanesi’nden Maraş Elbistan’a kara trenla giderken olmuştu. 10 yıl sonra İstanbul Çapa Öğretmen Okulu’na geldiğimde ikinci kez gerçekleşmiş ve sonraki yıllarda tekrarlanmıştı.
2009 yılında Eyüp Göktürk Merkez Mahallesi’nde ev sahibi olduktan sonra, benim için dünyanın 8. harikası olan İstanbulu, gezerek ve yaşayarak tanımaya ve tanıtmaya çalıştım.
Bugün Sirkeci Garı’nı gezerken kapının birinde ‘’Orient Express’’ yazısı ile Orient Express yazısının bulunduğu kapının sağ tarafında daki ‘’Restaurant 1890’’ yazıları ilgimi çekti. Sakıp Sabancı Müzesi’nin 2013 yılı nisan ayındaki ‘’Oryantalizmin 1001 Yüzü’’ sergisini anımsadım. Gar Mimarı Jasmund da Oryanttalizm esintilerini uygulamıştı eserinde.
Sirkeci Garı ve bağlantılı olarak Orient Ekspresini anlamanın yolu biraz da ‘’Oryantalizm’’ kavramını tanımaktan geçiyordu. Oryantalizm ya da diğer adıyla şarkiyatçılık kavramı olaylara ve anlatılara gizem katmaktadır. Başta Osmanlı Haremi olmak üzere, yakın ve Uzak Doğu toplum ve kültürlerinin yanı sıra, dilleri ve halkları Batının ilgisini çekmiştir.
Kelimenin Latince tabanlı diğer dillerde karşılığı “orientalism”dir. Kökeni ise güneşin doğuşunu ifade eden Latince Oriens sözcüğüne dayanmaktadır. Coğrafi anlamda doğuyu göstermekte kullanılmıştır. Tam da bu noktada Sirkeci Garı Batının Doğuya açılan kapısı olmuştur. Oryantalizm, Napolyon Bonapart’ın 1798’deki Mısır seferi sonrasında Avrupa’da Doğu’ya ilgi ve merakın arttığı bir dönem olmuş, Avrupalı gezgin Edward Said’in 1978’de yayınladığı Orientalism kitabı ile de doruk noktasına ulaşmıştı.
“Trenlerin Kralı” ve “Kralların Treni” olarak anılan Şark Ekspresi, orijinal adıyla, Orient Express Avrupa tarihinin ilk lüks treniydi. Bu lüks trende perdelerin ipekten, kadehlerin kristalden, sofralarınsa gümüşten olduğu söylenir. Tarihi boyunca birçok önemli ismi taşıyan Şark Ekspresi; Viyana, Budapeşte, Milano ve Venedik gibi muhteşem Avrupa başkentlerini aşarak yaklaşık 80 saatte İstanbul’a gelmektedir.
Onu özel kılan tüm bu özellikleri nedeniyle de birçok insana ilham kaynağı olmuş ve kitaplarda, filmlerde sıkça konu edilmiştir.
Zengin ve soylu insanların adeta para harcamak için yarıştıkları Orient Ekspresi, o dönemde sadece saraylarda rastlanabilecek bir lüks anlayışına sahipti. Öyle ki günde birkaç kez kıyafet değiştirmemek, akşam yemeğine özel bir şeyler giymeden katılmak görgüsüzlük olarak değerlendiriliyordu. Elbette Orient Ekspresi’nin tercih edilmesinin tek nedeni sahip olduğu konfor değildi. Bu özel sefer, yaylı arabayla yaklaşık 2,5 ay sürecek bir yolu 80 saat gibi kısa bir zaman aralığına indirmişti.
Yataklı ve yemekli vagonları bulunan Fransız demiryolu işletmesi Vagon-Li Şirketi’ne ait olan Şark Ekspresi, Orient-Express orijinal ismi ile 1883 yılında Paris’ten ilk seferine başladı. Şark Ekspresinin bu ilk seferine Fransız, Alman, Avusturyalı ve Osmanlı asıllı memur ve diplomatlar da katıldı. Ayrıca katılanlar arasında The Times gazetesi muhabiri ile romancı ve seyyah Edmond About da bulunuyordu.
II. Abdülhamit ile görüşmek amacıyla bir süre İstanbul’da kalan Edmond About, bu gezi ile ilgili anılarını 1884 yılında yazdığı kitapla yayınladı.
Şark Ekspresinin seferlerinin başlamasından sonra İstanbul’a gelenler şehirdeki çeşitli otellerde kalıyordu. 1895 yılından itibaren İstanbul’a gelen yolcular, treni işleten Vagon-Li Şirketi’nin satın aldığı Pera Palas’ta kalmaya başladılar.
4 yıl süren Birinci Dünya Savaşı sırasında Şark Ekspresi seferleri yapılamadı. 1919’da yeniden seferlerine başlayan Şark Ekspresi yeni sefer güzergâhından I. Dünya Savaşının mağlupları olan Almanya ve Avusturya’nın istasyonları çıkarıldı. Böylece Şark Ekspresi, Paris, Lozan, Milano ve Venedik üzerinden 58 saatte İstanbul’a ulaşmaya başladı. 1929’daki büyük ekonomik bunalım trenin yolcularının azalmasına yol açtı.
Şark Ekspresi çeşitli roman ve filmlere konu oldu. Ünlü İngiliz polisiye roman yazarı Agatha Christie ‘’Şark Ekspresinde Cinayet’’ isimli romanını 1934 yılında yayınladı.
II. Dünya Savaşı sırasında Şark Ekspresinin seferleri tekrar kesintiye uğradı. II. Dünya Savaşından sonra Trenin güzergâhı üzerindeki ülkelerin bir kısmında sosyalist rejimler kuruldu. Soğuk savaş sebebiyle çeşitli kısıtlamalarla karşı karşıya kalan ve gittikçe önemini kaybeden Şark Ekspresi son seferini 27 Mayıs 1977 tarihinde gerçekleştirdi. Society Expeditions isminde bir kuruluş tarafından düzenlenen ve sembolik bir anlam taşıyan, Şark Ekspresinin 100. yıl seferine, 1983 yılında, dünyanın değişik ülkelerinden gelen 100 kadar ünlü katıldı.