Dünyanın Golden Horn ya da Altın Boynuz olarak bildiği Haliç, bir büyük akarsu gibi menderesler çizer. Girintileri ve çıkıntıları, küçük koyları ve burunlarıyla bir uçtan bir uca sekiz kilometrelik bir uzunluğa sahip bir suyolu olarak karşımıza çıkar. Haliç’e akan iki tatlı sudan batıdaki Alibey, doğudaki Kağıthane deresi olarak adlandırılmıştır.
Golden Horn Haliç, 20. Yüzyılın ortalarına kadar, 2000 yıl boyunca Bizans, Konstantinopolis ve İstanbul’un ana limanı olarak hizmet veren ticari kalbi olduğundan ötürü ”Altın” adını hak etmektedir. Bizans döneminde kolonileşme Haliç’te başlamıştı. Aynı zamanda Bizans İmparatorluğu’nun denizcilik merkeziydi. Marmara sahili boyunca uzanan surlar, şehri bir deniz filosu saldırısından korumak için yapılmıştı.
Haliç’in girişinde, istenmeyen yabancı gemilerin girişini engellemek için yaklaşık 1000 metre uzunluğunda güçlü bir zincir vardı. Kasımpaşa-Cibali arasındaki genişliği 700 metreyi bulan Haliç’in derinliği de, Boğazdan kuzeye doğru azalmaktadır. Eminönü-Karaköy arasındaki derinlikler 60 metreye yaklaşırken, Unkapanı ile Azapkapı arasında 40 metreye düşer. Eyüp önlerinde sadece birkaç metre derinlik bulunduğundan bu kesimde yayvan alüvyon adacıkları ortaya çıkmıştır.
Yapılan derinlik çalışmalarına göre Haliç’in dibi “V” biçimindedir. Dolayısıyla ortası çok derin olmakla beraber yanlarda, yüzyılların getirdiği toprak birikimleri çamur kaplı yamaçlar oluşturmuştur.
İstanbul’u görmüş olan Antik Çağ tarihçi ve yazarları, şehrin zenginliğininin başlıca kaynağını ticaret olarak göstermişlerdir. Ticareti sağlayan ise Altın Boynuz ya da Golden Horn olarak adlandırılan Haliç’teki korunaklı ve donanımlı limanlardır.
Karadeniz’e kıyı yerleşimcilerinin zenginliklerinin güneye, İstanbul Boğazı’nı geçerek Ege ve Akdeniz’e çıkmasını sağlayan ticaret gemilerinin, her türlü tehlikede sığınabilecekleri ve ihtiyaçlarını karşılayabilecekleri bir konumda bulunuyordu Haliç. Haliç’e sahip olmak, Akdeniz ve dünya ticaretinin yüzde yetmişine hâkim olmak demekti.
Haliç’in; doğal bir liman olmasının yanı sıra, sunduğu zenginlik kaynaklarından biri de barındırdığı balıklar, özellikle palamutlardır.
Antik tarihçilere göre, Ege ile Karadeniz arasındaki boğaz akıntıları, palamut başta olmak üzere, balık sürülerini Haliç’e girmeye zorlamaktadır. Bu nedenle, Haliç’te elle bile balık tutulabilmektedir.
Galata Köprüsü, Atatürk Köprüsü ve Haliç Köprüsü üzerinde, günün her saatinde amatör balıkçıları görmek mümkündür. Birkaç saat içerisinde, kovalarını balıkla doldurup evin yolunu tutarlar. Daha uzun süre kalanların ise balıkçılarda satılacak kadar balık tutabildikleri görülmektedir.
Haliç ile Tarihi Yarımada’nın Marmara kısındaki dönemin en muhteşem limanının hayat verdiği İstanbul’un ilk yerleşimcileri Megara’dan gelenlerdi. İstanbul’a ilk yerleşimcilerin, M.Ö. 5 000 yıllarında, Kadıköy civarındaki Fikirtepe’de olduğunu biliniyor.
Batılıların, mitolojiden esinlenerek Bosphoros dedikleri 27 kilometre uzunluğundaki İstanbul Boğazının güzelliğini ilk önce Megaralılar keşfetmiş ve yerleşmişlerdi.
Herodot’a göre ise, Boğaziçi’nin ilk yerleşimcileri, İstanbul Tarihi Yarımadasından önce, Kadıköy’de kurulmuştur. Yunanistan’ın, Atina’yı da içine alan Attika bölgesinde bulunan Megara kentinin halkı, durumlarını iyileştirmek ve kendilerine yeni bir yurt bulmak için M.Ö. 685 yılında gemilerle yola çıkar. Boğaz’ı geçerler ve Anadolu yakasına, Kadıköy’e yerleşirler.
Kadıköy, M.Ö. 685 yılında Megaralılar tarafından küçük bir köy olarak kurulmuş olup, zamanla büyüyüp, gelişmiştir. Yıllar sonra Megara’dan gelen ikinci grup, ilk gruptan farklı olarak Avrupa yakasına, Sarayburnu ve çevresindeki alana yerleşerek Bizans Şehir Devleti kurulmuşlardı.
Sicilya’da ticaret kolonileri kurmuş Megaralı denizciler “Suriçi” ya da ‘’Tarihi Yarımada’’ olarak adlandırdığımız bölgenin doğal güzelliklerini ve stratejik önemini fark etmişlerdi. Boğaz’ın Anadolu yakasındaki Kadıköy’e yerleşmiş olanların “Bu kadar güzel, doğası ve stratejik önemi olan bir yeri göremedikleri için, ‘kör’ olmalılar” demişler. O yüzden, Yunancada ‘Körler Ülkesi’ anlamına gelen Kalkedonya adını Kadıköy için kullanmışlar.
İlk yerleşimcilerin yoğunluğu Haliç’in iki yakasında gerçekleştiğinden, İstanbul Kenti Haliç’le var olmuştur. Haliç limanı İstanbul’a hayat vermiş ve kenti; ticaretin merkezi, imparatorluklar kenti ve dünya medeniyetlerin başkenti yapmıştır.
İstanbul, M.Ö. 5. Yüzyılda, kendi parasını Akdeniz dünyasına kabul ettirecek kadar büyüyüp güçlenmesiyle ilk mega kent unvanını kazanmıştır. Asıl nüfusun yer aldığı Haliç ve çevresinde dönen ticaret, kültürel ve demografik gelişmeleri de beraberinde getirmişti.