İstanbul, adına şarkılar yapılmış, şiirler yazılmış, romanlara konu olmuş, dünyanın üç büyük imparatorluğuna 1600 yıl başkentlik yapmış İmparatorluklar şehri. Her semti ayrı dünya, her mahallesi ayrı hikâye sunan bu kadim şehirde pusulamız bu sefer Fener-Balat bölgesini işaret ediyor.
Fener-Balat… İkiz kardeş gibidir onlar. Hangisinin sınırı nerede başlar, nerede biter bilinmez. Birlikte büyümüşler, yaşlanmışlar ve antik semtler haline gelmişler. İkiz kardeşten biri olan Fener daha çok Rumların, Balat ise daha çok Yahudilerin yaşadığı semtmiş.
Patrikhanenin, Doğu Roma İmparatorluğu’nun başkentinde bulunması ve bugünkü Ortodoks kiliselerinin çoğunun ana kilisesi olması nedeniyle Ortodokslukta özel bir yeri vardır. Ekümenik Patrik diğer Doğu Ortodoks Kiliseleri arasında “Primus inter pares” (eşitlerin birincisi) unvanını taşır. Papa’nın aksine, tamamıyla özerk olan otosefal (bağımsız) kiliselere müdahale etmez. Buna rağmen, dünyadaki yaklaşık 300 milyon Ortodoks Hristiyan’ın temsilcisi ve dini lideri olarak görülür.
Balat özellikle İstanbul Musevileri açısından tarihi önem taşımaktadır. İstanbul’un fethinden sonra kente getirilen Makedonya Musevileri ile İspanya’dan 500 yıl önce göç edenler bu semte yerleştirilmişler.
Balat, burada yaşamış küçük bir Ermeni cemaatinin varlığıyla birlikte Bizans döneminden beri Musevilerin yaşadığı semt olmuştur 19.yüzyıla kadar.
Balat’ın modern mimariye dudak ısırtan nizami ve geometrik sokakları gemiciler, denizciler mekânıydı. 1894 yılındaki depremin ve semtin yapısını derinden etkileyen yangınların ardından, semtin nüfus yapısı da büyük değişikliğe uğradı.
Meyhaneleriyle ünlü Beyoğlu benzeri bir bölgedir Antik Fener ve Balat. Rumlar, Ermeniler, Gürcüler, Yahudiler ve Türkler’ in iç içe yaşadığı birbirini kesen sokaklar, şimdilerde, anıları yaşatan görüntüsüyle gezgin ruhların kadrajına dolup taşmaktadır.
Tarihte bir benzerini ancak Kudüs şehrinde görebileceğiniz şekilde uyum içinde yaşama tutunmaya çabalıyor insanlar…
Bölge sakinleri Bayram namazı, Sünnet, Cuma namazı gibi dini vecibelerini iki adım ötedeki Müslüman Mahallesi olan Eyüpsultan’da karşılıyor, Eyüpsultanlılar da arada bir birşeyler içmek için Salyangoz Mahallesi olarak adlandırdıkları Balat-Fener semtine geliyorlardı.
Antik dönemde Rumlar, Ermeniler, Gürcüler, Yahudiler ve Türkler’ in iç içe yaşadığı birbirini kesen sokaklar şimdilerde anıları yaşatan görüntüsüyle gezgin ruhların kadrajına dolup taşmakta.
Haliç kıyısından biraz içeriye sokulduğunuzda dik yokuşları, kiliseleri, sinagogları, camileri, gezginlere kucak açan esnafı, rengârenk giyinmiş çocukları ve Arnavut kaldırımlarıyla Balat, her mevsimde konuklarına başka hikayeler anlatarak şaşırtır ve tekrar gelmelerini sağlar.
Yeterince yokuş tırmanıp, geriye döndüğünüzde ufukta Haliç, kulaklarınızda martı çığlıkları ile sahile inmeye başlayalım küçük adımlarla. Yahudi ve Rum evlerinin sıralandığı sokakların melankolik atmosferini adımlarken umulmadık tatlar sunan mekânlara rastlamak an meselesi.
Balat her dönemde gezginlerine bir başka hikâye anlatır.
*****
21 Nisan 2018 Cumartesi İstanbul..
Bugün Kadir Has Üniversitesi olan yapı 2. Abdülhamit’in izni ile 1884’te Düyunu Umumiye’ ye bağlı ve tütün tekelini elinde bulunduran Reji Şirketi binası olarak inşa edilmiş. 1924’te tüm imtiyazlar kaldırıldığında ise Cumhuriyet Hükümeti’ne devrolmuş.
Endüstri tarihimizin ilk ve en önemli yapılarından olan binanın tasarımı, dönemin ünlü mimarı, Levanten asıllı Alexandre Vallaury’nin elinden çıkma. Demir, döküm, cam, tuğla gibi Batı tarzı malzemelerle yapılan modern fabrikanın ülkemizdeki ilk örneklerinden olmasıyla önemli.
Cibali Tütün Fabrikası’ nın en işlek zamanlarında 1500 kadın, 662 erkek çalışanı varmış. Fabrika yanında, adeta bir yaşam merkezi gibi onu çevreleyen hastane, kreş, bakkal, okul, itfaiye ve spor salonu gibi ek binalar da yapılmış. Bugün bile böylesine kapsamlı bir üretim kompleksine rastlamak zor ama o dönemde fabrikada çalışan işçi kadınların gündüz çocuklarını bırakabilecekleri kreşler bile düşünülmüş.
1946’da ilk yerli puro, 1956’da ilk yerli sigara olan Samsun burada yapılmış. Başta Orhan Kemal olmak üzere edebiyatımızda romandan öyküye şiirden şarkıya birçok alanda sık sık geçen tütün fabrikası, 1995’te kapanmış. 1997’de 29 yıllığına Kadir Has Üniversitesi’ne devredilerek 2002’de eğitime başlanmış.
Binanın restorasyonu sırasında, binanın altında 13. yüzyıldan kalma bir Bizans sarnıcı, onun da üstünde 16. yüzyıldan kalma bir Osmanlı hamamı keşfedilmiş. Her ikisi de koruma altına alınıp üstü camdan platformla kaplandığından bugün burayı ziyaret ettiğinizde ayaklarınızın altında kalıntıları görebiliyorsunuz.
Zaten binanın başarılı restorasyonuyla da Avrupa’dan ödüllü olduğunu öğreniyoruz grubu gezdiren rehberden. Zaman zaman süreli sergiler de oluyormuş. Hem sergileri gezmek hem de tarihi binayı gezmek için kapıdaki güvenliğe kimliğinizi bırakmanız yeterli oluyor.
Rezan Has Müzesi
Rezan Has Müzesi’nin kültür ve sanat dünyasına girişi, 11. Uluslararası Doğu Halı Konferansı’nın açılış sergisi olan “Zamansız Sadelik” ile 2007 Mayıs’ında gerçekleşmiş. 2007 yılından bu yana aktif müzecilik anlayışı doğrultusunda özgün sergiler ve kültürel etkinlikler düzenlemiş.
Rezan Has Müzesi günümüzden yaklaşık 9.000 yıl öncesine tarihlenen arkeolojik eser koleksiyonunun yanı sıra 2009 yılında Cibali Tütün Fabrikası’na ait belge ve objeleri bünyesine katarak koleksiyonunu zenginleştirirken, 17. yüzyıla tarihlenen Osmanlı yapı kalıntısı ve 11. yüzyıl Bizans su sarnıcı ile geçmişi geleceğe bağlayan bir müze mekândır.
Balat’ın Simgesi Cibali Kapı
Rezan Has Müzesi çıkışından sonra, Balat’ın simgelerinden biri olan yolumuz üzerindeki Haliç Surları Cibali Kapısından Cibali Bölgesine giriyoruz. Cibali, Osmanlı surları içinde, Eminönü ve Tahtakale’nin bittiği, Fener ve Balat gibi gayrimüslim mahallelerinin başladığı noktada kalan bir Müslüman Mahallesidir. Özellikle Osmanlı’dan kalma cami ve hamamlarıyla meşhurdur.
Cibali isminin nereden geldiğine dair birkaç söylenti var. Bunlardan ilki aslen Mısırlı olan Cebe Ali, Osmanlı’da subaşı yani askerbaşı görevine getirilir. Her zaman, genelde savaş zamanında giyilen ve adına cebe denilen bir tür zırha benzeyen cepkenle gezermiş.
Rivayete göre, İstanbul’un Fethi sırasında Cebe Ali ve adamları, karadan yürütülen gemilerle değil Haliç’i bu postlarının ve cepkenlerinin üzerine binip geçmişler. Bunu gören Bizans askerleri de korkudan kaçmışlar. Bu nedenle de şehir surlarının bu kısmına düşen semte Cebeali denmiş. Cebeali zamanla Cibali olmuş.
İstanbul surları 5.Yüzyılda İmparator Theodosius tarafından şehri savunmak üzere Haliç ve kara surları yaptırılmış. Haliç surlarının büyük bir bölümü harap olmuş durumda. Cibali Kapı Haliç surlarından geriye kalan sayılı kapılardan biri. Bir diğeri de hala ayakta olan Ayakapı Sur Kapısı’dır.
Cibali Mahallesi’nde görülecek en önemli yerlerden biri Gül Camii’dir.
Gül Camii
Gül Camii, 8. yüzyılda İmparator 3. Leon tarafından yaptırılmış olan Aya Theodosios Kilisesi’dir. Teodosia’yı adlı bir kadın, İkona Kırıcılık Dönemi’nde (726-842) ikonaların kırılmasına tepki gösterenlerin başındaki kişi olarak çeşitli işkencelere maruz kalarak idam edilmiş. Doğu Romalılar ya da Bizanslılar da din uğruna öldürülen Teodosia’yı azize ilan edip onun adına 9. yüzyılda bu kiliseyi yaptırmışlar.
1453’te İstanbul’u fetheden Osmanlı, tam da kilisenin baştanbaşa güllerle donatıldığı yortu gününde kiliseye girdiklerinde her yeri güllerle kaplı görünce o kadar etkilenmişler ki hem kiliseye hem de içinde ibadet eden halka dokunmadan ayrılmışlar. Daha sonra camiye dönüştürülen kiliseye, bu rivayete dayanarak Gül Camisi denilmiş.
Kapalı olan camiyi gezemiyoruz. Dışarıdan fotoğrafladıktan sonra, 150 metre güneyinde, Gül Camii ile karşılıklı konumlanan Küçük Mustafa Paşa Hamamı’na geçiyoruz.
Küçük Mustafa Paşa Hamamı
İstanbul’daki en büyük antik Türk hamamı Küçük Mustafa Paşa Hamamı, Sultan 2. Beyazıt’ın veziri, Küçük Mustafa Paşa tarafından yaptırılmış. Özgün plan kurgusu, korunmuşluk ve boyut olarak döneminin en önemli çifte hamam örneklerinden sayılan Küçük Mustafa Paşa Hamamı, 1265 m2’lik geniş bir taban alanına yerleşmiştir.
Girişi Müstantik Caddesi’nden sağlanan erkekler bölümü; giriş, camekanlı soyunmalık, ılıklık, hela ve traşlık, sıcaklık ve sıcaklığın dört köşesine yerleştirilmiş dört adet hücreden oluşur.
Şerefiye Sokak’tan erişilen kadınlar bölümünde ise, giriş mekânı, soyunmalık, ılıklık ve iki hücrenin açıldığı sıcaklık mekânları vardır.Hamamın orta yerinde mermerden bir havuz bulunmakta olup, başarılı bir restorasyon görmüş.
Fatih Belediyesi ve Klasik Türk Sanatları Vakfı iş birliğiyle düzenlenen Yeditepe Bienali kapsamında “Mekândan Taşanlar” adlı sergi Balat Küçük Mustafa Paşa Hamamı’nda izleyicilere sunuldu.
Cibali Kapısı’ndan Haliç sahil yoluna çıkıp bir süre yürüdükten sonra Dr. Sadık Ahmet Caddesi’nden Özel Maraşlı Rum İlköğretim Okulu’na ulaşıyoruz.
Özel Maraşlı Rum İlköğretim Okulu
1901 yılında Okulu inşa ettiren Rum tüccar Grigoris Maraslis Odessa’nın belediye başkanı olup Odessa’nın sayılı zenginlerindendir. Patrikhanenin telkinleri ile Aya Yorgi kilisesi bitişiğinde arsaya bir okul yaptırmayı kabul eder. Maraslis sadece okulu yaptırmakla kalmayacak okulun tüm eğitim-öğretim giderlerini de karşılayacaktır.
Maraslis Okulun Rum Lisesi gibi görkemli olmasını ister, Gereken parayı gönderir fakat okul inşası bittiğinde “Gönderdiği paraya rağmen” okulun istediği gibi olmadığını gerekçe göstererek okul vakfına yaptığı mali desteği keser.
Bundan sonra cemaatin yardımları ile ayakta tutulmaya çalışılsa da Türkiye’deki Rum cemaatinin iki bin kişinin altına inmesi sonucu öğrenci kalmadığı için okul kapanır.
Fener Rum Patrikhanesi
İstanbul Fener Rum Ortodoks Patrikhanesi 6. Yüzyıldan itibaren Hristiyanlık âlemindeki din tartışmalarının önemli bir kesimini oluşturan Ortodoksluğun da merkezidir.
İstanbul’un fethinden sonra, gayrimüslim olan toplumların yaşayışına dair düzenlemeler, Fatih Sultan Mehmet’in çıkardığı fermana bağlanmış, böylece Fener Rum Patrikhanesi de denilen Rum Ortodoks Patrikhanesi’nin yasal statüsü süreklilik kazanmıştır.
Patrikhane, 1602’de Fener’de bulunan Ayios Yeoryios Manastırı’na yerleşti ve bu tarihten sonra faaliyetini burada sürdürdü. II. Mehmet’in çıkardığı fermanla statüsü saptanan Rum Ortodoks patrikleri, cemaatin evlenme, cenaze gibi adetlerini özgürce uygulayabilmesini denetliyorlardı.
Patrik, bir vezir statüsünde kabul edilir, kendisine divanda yer verilirdi. Maiyetindeki diğer yöneticiler ile birlikte her türlü hizmet ve vergiden muaftı. Rum cemaatine dair konuların görüşüldüğü meclise başkanlık eden patrik, hukuki ve cezai işlerde tam yetkili idi.
Böylece patrik, Rum Ortodoks toplumunun tartışmasız lideri olarak, Bizans dönemindeki haklarından fazlasına kavuşmuştu. Rum Ortodoks kiliseleri üzerinde simgesel bir otoritesi olan İstanbul patriği, 6. yüzyıldan beri “Ekümenik Patrik” sıfatıyla dünyadaki tüm Ortodoksların ruhani lideri kabul edilir.
Özel Fener Rum Lisesi
Özel Fener Rum Lisesi “Kırmızı mektep” diye bilinir İstanbul’da. Kırmızı mektep ya da Mekteb-i Kebir olarak da anılan Özel Fener Rum Lisesi ve İlköğretim Okulu Fransa’dan getirilen kırmızı tuğlalar ile şimdiki binası inşa edildiği için, halk arasında kırmızı mektep olarak anılmaktadır.
Fener’de, patrikhanenin arka sokaklarında, tepede bir yerde. Dik mi dik bir yokuştan sonra da dik mi dik bilmem kaç basamak daha çıkmanız gerekir. Fener Rum Lisesi’nden bahsediyorum. Yılların yorgunluğuyla Haliç’i izleyen ve her yerden rahatlıkla görülebilen kırmızı, kuleli, büyük bir anıtsal yapı.
Okulun tarihi İstanbul’un fethinden önceye kadar gidiyor. Fetih öncesinde “Patrikhane Akademisi” adıyla hizmet veren okulda fetih sırasında eğitim durmuş. 1454’te Fatih Sultan Mehmet’in Patrik Genadios Sholarios ile görüşmesiyle “Fener Rum Mekteb-i Kebiri” adıyla yeniden eğitime başlamış.
Okul genelde patrikhane çevresinde ve İstanbul’un muhtelif semtlerinde eğitim verirken 1883te bugünkü binasına taşınmış. Akademik din eğitimi veren okul 19. yüzyılda bugünkü halini almış.
Bab-ı Âli tercümanlarının, bürokratların, Eflak ve Boğdan voyvodalarının yetiştiği okulun ilkokul bölümü 1963te öğrenci yokluğu nedeniyle kapatılmış. Öğrenci yokluğu sebebiyle aynı sokakta bulunan Yuvakimyon Rum Kız Lisesiyle birleştirilerek karma sistem uygulanmaya başlanmış. Yuvakimyon bugün hala Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlı.
Fener’de bir kanlı kilise
İstanbul Haliç manzarasının ayrılmaz bir parçası olan Fener Rum Lisesinin devasa kütlesinin eteklerindeki küçük bir kilise, tarih boyunca enteresan olaylara tanıklık etmiştir. Bizans döneminden günümüze kadar ayakta kalan ve hala kilise olarak korunan tek kubbeli kilise olan Kanlı Kilise; halk arasında Moğolların Meryem’i kilisesi adıyla da anılır.
İstanbul Müslümanlar tarafından ele geçirildikten sonra Fatih tarafından verilen üç günlük yağma sırasında özellikle Fener bölgesinde çok şiddetli çatışmaların yaşandığı rivayet edilir. İstanbul’un en dik yokuşu sayılan bu kilisenin civarında bolca akan Ortodoks kanı Haliç’e karışmış ve bu nedenle kilisenin bir diğer ismi Kanlı Kilise olarak kalmış.
Diğer taraftan; Fatih Sultan Mehmet, kendi adına yaptırdığı Fatih Cami’nin mimarı Rum Hristodulos’u (Atik Sinan Paşa) ödüllendirmek için ona emeğinin karşılığı olarak ne istediğini sormuş. Hristodulos, annesiyle birlikte ibadet ettiği Panayia Muhliotissa Kilisesi’nin kilise olarak kalmasının istemiş. Fatih Sultan Mehmet onun isteğin kabul ederek bu kiliseye asla dokunulmaması konusunda bir ferman çıkartmış. Ferman halen daha kilisede görülebiliyor.
Stefan Steve Kilisesi-Bulgar Demir Kilisesi
Adeta birer mezar taşı gibi yükselen beton yığınlarının, bilmem kaç yıldızlı alışveriş merkezlerinin ve gökdelenlerin semalarını kapladığı, dünyanın en güzel şehirlerinden biri olan mahzun İstanbul’un bir köşesinde kalmış mücevherlerinden biridir Sveti Stefan Kilisesi.
O dönemde İstanbul’daki Ortodoks kiliselerinde Rumca ayin yapılmaktadır. Bu nedenle İstanbullu Bulgarlar kendi dillerinde ayin yapabilmek için Fener Rum Patrikhanesi’nden bağımsız bir kilise kurmak isteseler de Patrikhane Bulgarların bu isteğine karşı çıkar.
1849’da Osmanlıdaki Bulgar cemaatinin ileri gelenlerinden ve o dönemde milletvekili olan Stefan Vogoridis, Bâb-ı Âli’den bir kilise yapılması için izin alır. Kilisenin yapımı için de ikisi kâgir, biri ahşap üç bina ve geniş bir avlusu olan 25 odalı evini hibe eder.
Haliç’in mavi sularının kıyısında, Ortodoks Bulgar Cemaati tarafından 120 yıl önce inşa edilmiş olan, Nam-ı diğer Demir Kilise “Hoşgörü bizim geleneğimizde var” sloganıyla uzun bir restorasyon sürecinden sonra yeniden açıldı.
Demir Kilise olarak da bilinen Sveti Stefan Kilisesi, aynı zamanda asırlardır Rum Ortodoks Kilisesi’nin boyunduruğunda yaşamış ve her türlü asimilasyona maruz kalmış olan Bulgarların bağımsız kilise olmalarının bir sembolü olacaktır. İlginç olan, Rum ve Bulgar Kiliseleri arasındaki ayrılık, yani aforoz 73 yıl sonra 22 Şubat 1945’te kalkar.
Kilisenin projesi ünlü Ermeni mimar Josef (Hovseb) Aznavur tarafından yapılmıştır. Avusturya’da Vagner firmasına yaptırılmış olan tümüyle sökülebilir olan kilise ilk olarak firmanın bahçesine kurulmuş daha sonra sökülerek Tuna ve Karadeniz yoluyla İstanbul’a getirilip, ağaçtan yapılan kazıklar Haliç’e çakılır. Arşiv belgelerine göre kilisenin açılış günü 20 Eylül 1898’dir.
Or-Ahayim Yahudi Hastanesi
Hastanenin adı “Hayat Işığı” anlamına geliyor, hastanenin hikâyesini dinleyince bu isim daha da anlamlı bir hal alıyor.
1899 senesinde fakirlere derman olmayı amaçlayan birkaç doktorun çalışmaları ve Sultan II. Abdülhamid’in desteğiyle kurulmuş hastanenin tasarımı mimar Gabriel Tedesci’ye ait.
Hastane çalışanları özellikle I. Dünya Savaşı’nda yaralıların bakımı için gösterdikleri olağanüstü çabadan ötürü Kızılay’ın üstün hizmet madalyası ile ödüllendirilmiş. Iraklı Yahudi bir işadamı olan Elie Kadoori’nin 1921 yılında yaptığı bağışla hastane biraz daha genişletilmiş.
Panalyo Vlaherna Ayazması
Ayazma ziyaretçilerine açıktı. 450 – 457 yılları arasında İmparator Marcianos tarafından yaptırılan Ayvansaray Panalyo Bihoherno Ayazması geniş ve bakımlı bir bahçeye sahip. Ayazma yalnız Hristiyanların değil birçok Türk’ün de şifa bulmak için ziyaret ettiği bir yer olarak biliniyor. Kutsal Su pınarları olarak tanımlanan Ayazmalar, aynı zamanda şifalı su kaynakları olup, Anadolu’nun birçok yöresinde bulunmaktadır.
Panalyo Ayazması, Bizans döneminde, Tekfur Sarayı’nın ayazmasıydı. Efsaneye göre Kudüs’ten gelen iki Bizanslının Meryem Ana’ya ait elbiseler olduğu iddiasıyla yanlarında getirdikleri giysileri kilisede saklamışlar ve bu kutsal giysileri etrafa yaymışlar. Bundan sonra da çevredekiler tarafından kutsal olduğuna inanılmış ve ziyaretçi akınına uğramış. Günümüzde, ayazmanın da içinde bulunduğu küçük bir kilise var.
Balat Ahrida Sinagogu
Geçmişi 1400’lü yıllara dayanan Sinagog, Makedonya’nın Ohri bölgesinden gelen Yahudiler tarafından inşa edilmiş. Kürkçü Çeşmesi Sokağı’ndaki Sinagog İstanbul’daki en eski sinagog unvanını elinde tutuyor.
Tuğla ve taşlarla inşa edilen sinagog renkli tavanlarıyla ve süslemeleriyle bir Barok etkisi yaratıyor.
Sinangog Teva’sı ya da dua kürsüsü ile ilgili de farklı rivayetler vardır. Kimilerine göre Nuh’un Gemisi’ni hatırlatmak amaçlansa da Teva’nın şekli Yahudileri İspanya’dan Balat’a getiren geminin pruvasına benziyor.
500 kişilik ibadet kapasitesi ile bugün bile İstanbul’un en geniş sinagoglarından olan Ahrida, 93 Harbi sırasında Ruslara karşı savaşan Türk askerleri için duaların edildiği bir tören düzenlemesiyle de anılır.
Yanbol Sinagogu
Semtte yer alan bir diğer sinagog, Bulgaristan’ın Yanbol adlı kasabasından göç eden Sefarad Yahudileri tarafından yapılmış. Balat’taki sinagoglar çeşitli ülkelerden göç eden Yahudiler tarafından yapıldıkları için, hepsi farklı ülkelerden izler taşıyor. 1895 yılında restore edilen sinagogda hala Şabat dualarına katılmak mümkün.
Surp Hreşdagabed Kilisesi
Mikail ve Cebrail’e adanan kilisenin demir kapısı Topkapı Sarayı çevresindeki bir kazıda çıkarılmış ve bir Ermeni tarafından satın alınarak kiliseye takılmış. Kapının üzerinde Aya Yorgi’nin bir ejderhayı öldürüşü ve İsa’nın göğe yükselişinin anlatıldığı kabartmalar var.
Tim Kelsey, 1996’da yayınladığı ‘Dervish’ isimli kitabında “Surp Hreşdagabed Kilisesi Hristiyan ve Müslümanların bir araya gelip ibadet ettiği dünyada belki de tek yer.” diye yazmış. Bunun sebebiyse kilisenin en önemli ayininin yapıldığı 12 Eylül gününde mucizeler gerçekleştiğine inanılan bu mekâna Müslümanların da gelmesi.
Noel Baba Kilisesi (Ayios Nikolas)
Aya Nikola Hristiyanlar tarafından da Noel Baba (Santa Claus) olarak biliniyor. Aya Nikola, denizcilere ve Noel zamanında daha ağırlıklı olmak üzere tüm zamanlarda fakirlere yardım etmesi ile ünlenmiş biriymiş. Ana cadde üzerindeki bu kilise denizlerin koruyucusu olarak bilinen Aya Nikola’ya adanmış. Zaten kilisenin içerisinde Aya Nikola’nın bir portresi mevcut.
Aya Nikola’nın popüler Noel baba kimliğini edinmesinin hikâyesi de oldukça ilginç. 1930’lu yıllarda dünyada ve Amerika’da yaşanan krizin ardından satışlarını artırmak isteyen Coca Cola firması Aya Nikola’yı sevimli bir ihtiyara dönüştürüyor ve bunu bir pazarlama stratejisine çeviriyor. Yani bugün Noel Baba’nın kıyafetlerinin kırmızı – beyaz olmasının sebebi aslında Coca Cola reklamını yapmaktan kaynaklanıyor olsa gerek…